Ortadoğu’da Bizleri Yeni Bir Düzen Mi Bekliyor?

The New York Times gazetesi köşe yazarlarından Thomas L. Friedman, 2 Mart tarihinde yayınlanmış olan ‘Kaç İsraillinin BAE’ni Ziyaret Ettiğini Gördünüz Mü?’ başlıklı yazısında, bizim başlıkta sormuş olduğumuz sorumuza bir nevi cevap veriyor.

            Abraham (İbrahim) Anlaşmaları olarak bildiğimiz, BAE’yi İsrail ile anlaşma yapan üçüncü Arap ülkesi (diğerleri Mısır ve Ürdün) ve bunun yanında bir de ilk Körfez ülkesi konumuna getiren bu anlaşma, imzalandığı 13 Ağustos 2020 tarihinden sonra, arka plandaki İsrail ile normalleşme sürecini de gün yüzüne çıkartmıştır. Friedman da Google’da gezerken karşılaştığı tabloyu aktarırken, anlaşma ardından 130.000’den fazla İsraillinin anlaşmanın ardından BAE’ni ziyaret ettiğini ifade etmektedir. Bu sayıyı aktarırken, küresel bir salgının ortasında gerçekleşen bu hareketlilik karşısındaki şaşkınlığını da elbette gizleyemiyor. Ve tabi ki bu 130.000 ziyaretçinin, salgın sebebiyle büyük bir darbe alması kaçınılmaz olan BAE turizm sektörünün de ezilmesinin kısmen de olsa önüne geçtiğini belirtiyor.

            Friedman, Donald Trump ve biricik damadı Jared Kushner tarafından ortaya konan, İsrail ile BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan arasındaki açılımların, başından beri oyunun kurallarını değiştireceğine inandığını belirtiyor. Ayrıca değerlendirmesinde, İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki siyasi mesafenin azaltılarak, İran’a karşı stratejik bir ittifak kurulmasının gerekli görüldüğüne ve bunun da özellikle İsrail halkın ekseriyeti tarafından desteklendiğine yer veriyor. İkili ilişkiler neticesinde, Dubai ve Abu Dabi’deki İbranice dil okulları, özellikle İsrail’de okumak veya orada ticari manada iş yapmak isteyen BAE’lilerin bir nevi akınına uğramış. İsrail’in Ulusal Su Şirketi olan Makerot’un, Bahreyn’de tesis kurması için anlaşmaya varılması, yemek kültürlerinin ortak bir mekanda buluşabilmesi noktasında girişimlerde bulunulması gibi birçok gelişme yaşanmış.

            Modern Ortadoğu tarihi perspektifinden bakarsak, bölgede büyük ölçekte görülen büyük güç müdahaleleri, eğer İbrahim Anlaşmaları Suudi Arabistan’ı da kapsayacak şekilde genişlerse, yerini ağırlıklı olarak Arap-İsrail dinamiklerine bırakabilir. Biz tam bunu diyecekken yazar, Ortadoğu tarihçisi Itamar Rabinovich’ten bir alıntı yaparak, bölgede Arap olmayan üç güçlü aktörün varlığından söz ediyor; Türkiye, İran ve İsrail. Bu üç gücün de bölgede kendi eksenlerini oluşturduğunu belirtiyor. Biz, Rabinovich’ten alıntı yaparak devam edersek, bölgedeki üç ekseni şöyle tanımlıyor: Türkiye, Katar ve onların vekili Hamas; İran, Suriye’yi ve kendisinin vekilleri olan Irak, Yemen ve Lübnan’ı yönetiyor; İsrail ise BAE, Bahreyn ve kısmen Suudi Arabistan ve Umman ile hareket ediyor. Rabinovich, bölgede bu üç eksenin oldukça etkili olduğunu belirtirken, İsrail ile BAE ekseninin, bölgedeki en başarılı Arap devleti ile yine en başarılı Arap olmayan devleti bir araya getirmesi sebebiyle çok daha fazla dikkat çektiğini gözler önüne seriyor. İsrail Strateji Enstitüsü Başkanı Gidi Grinstein, iki devlet arasındaki bu birlikteliği ‘‘birbiri ile kaynaşan iki ekosistem’’ olarak tanımlıyor ve bu birlikteliğin, İsrail’in bölgedeki izolasyonist tavrını geride bırakmasına olanak sağladığını belirtirken İsrail’in çok daha fazla yükselişe geçeceğini ifade ediyor. Friedman, buna karşın BAE’nin İsrail ile aynı alanlarda kendi inovasyon ve girişimcilik ekosistemini inşa etmeye çalıştığını ve onlarca yıllık petrol zengini ülkenin petrol kıtlığına doğru gittiğini belirtiyor.

            Nüfusunun çok büyük bir kısmı yabancılardan oluşan BAE’nin, İsrail’e açılmanın önemli bir parçası olduğu 21. yüzyıl büyüme stratejisi; modernite, çeşitlendirilmiş bir ekonomi, küreselleşme ve din içi hoşgörü gibi başlıklar altında, bir ‘‘Arap modeli’’ haline gelmektedir. Yazıda, bu hedef doğrultusunda, Kasım ayı içerisinde BAE’nin kendi kişisel yasalarında büyük bir liberalleşmeyi duyurduklarına, boşanma yasalarının kadınlar için çok daha adil hale getirilmesi ve alkol üzerindeki kısıtlamaların gevşetilmesi gibi düzenlemelerin, gerçekleşen değişikliklerden yalnızca birkaçı olduğuna yer veriliyor.

            Suudi Arabistan’a geldiğimizde ise İsrail’in ulusal hava yolu şirketi El Al’ın, kendi hava sahasını kullanarak BAE’ye uçmasına izin veriyor. ‘‘Ancak bu gibi konular İsrail ile tamamen normalleşmesine olanak sağlayacak mı?’’ sorusunu sorduktan sonra Friedman, eğer normalleşmeye gidilirse bu durumun ‘‘Yahudi-Müslüman’’ ilişkileri açısından çok büyük bir öneme sahip olacağını söylüyor. Eğer bir normalleşme gerçekleşirse ilk adımının Suudi kanattan geleceğini de ekliyor. Biden ve ekibinin de bu normalleşmeyi arka planda istediğini ve eğer bu konuda adımlar atılırsa, Suudilerin, İbrahim Anlaşması’na katılmasıyla ABD’nin başarıya ulaşacağına hem de İsrail-Filistin arasında iki devletli bir çözümün mümkün olabileceğine ve bu çözüm doğrultusunda Mısır ve Ürdün ile İsrail ilişkilerinin tamamen normalleşeceğine inandıklarını belirtiyor. Ortaya çıkan yeni dinamikler ile gerçekten de yeni bir Ortadoğu ile karşı karşıya olduğumuzu da ifade ediyor.

            Friedman, Ortadoğu’da büyük oyuncuların, yanlış nedenlerle doğru işleri yaptığında, ciddi değişikliklerin yaşanabildiğini ifade ederek yazısına son veriyor.