Sahi ben İnsandım

Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!

Ali İmran, 191

Bu yazıda, pandemi süreciyle durağanlaşanın kim veya ne olduğunu, bu durgunluğun neleri doğurduğunu ve doğuracağını kendi muhayyilem çerçevesinde ele alacağım.

Evet, hiç şüphesiz pandeminin ilk altı ayında dünyada hayat kademe kademe durgunlaştı. Ölümün unutulduğu ve carpe diem yaşanılan bir zamanda çağımız insanından, bir an durup, her şeyi bırakıp, evine kapanmasını istemek Yahudi’den parasını istemek gibi bir şey olsa gerek. Zira insan durmamalı. Nasıl ki ticarette sürat ilkesi geçerliyse aynen onun gibi hayatın her alanında insan dur durak bilmeksizin işine, gücüne hassaten eğlencesine bakmalıydı. Eve kapanmak, durmak kabul edilemez. Sosyalleşme, kariyer ve eğlence varken durup eve kapanmak da neyin nesiydi. Ve lakin duruldu ve eve kapanıldı…

Herhalde çağımız insanına bu süreçte en ağır gelen husus, hasta olma ve/veya ölme endişesi değil; eğlenceden, işinden, gücünden geri kalma gerçeğiydi. Her şeyi yapmakta özgür olduğuna inandırılmış ve hudut tanımaz hale getirilen -tüketim toplumunun fertleri olan- insanların, evinde dış reel dünyadan soyutlanması çok ağır olsa gerek. Sonuç ortada: “Küreselleştirdiği Dünyada”; Tanrı’ya kafa tutarcasına mutlak hâkim olduğunu sanan insanoğlu, bir virüs karşında aciz kaldı ve bunun bir sonucu olarak cümle alem evlerine kapanmaya mecbur kaldı. Böylece insan kaçınılmaz bir gerçek olan kendisiyle yüzleşti.

 İşte bu süreçte insanlar, en çok ihtiyaç duydukları ama buna rağmen en çok ihmal ettikleri şeylerin farkına varmaya ve bunlarla yüzleşmek durumunda kaldılar. Yüzleşilenler önce bizzat kendileri ve sonrasında aileleriydi. İhmal ettikleriyse düşünme, sorgulama, anlamlandırma, iltica gibi insan açısından bir takım varoluşsal hüviyeti haiz fiiller yer almaktadır.

İlginçtir ki asrımızda insanoğlunun bencilliği öyle bir raddeye vardı ki, nefis ve hevâsının isteklerine koşmaktan kendini bile unuttu. Adeta bu pandemi süreci insana, “sahi ben insandım” lafını dedirtti ve dedirtmeye de devam ediyor. Yine bu süreçle insan, onu diğer canlılardan ayırt eden alamet-i farikanın düşünmek olduğu hatırladı. Hakeza insan kendini hatırlamaya ve iç dünyasına yönelmeye başladı. Ve insan; varlık sebebini, çevresiyle olan ilişkisini, kendiyle ilişkisini, Rabbiyle olan ilişkisini sorgulamaya yöneldi. Evet, sorgulamak hatırlatıldı insana, insan olmanın en temel tezahürü olan sorgulamak ve sonrasında düşünmek… Eşyayı anlamlandırmak, kendilik bilincini kavramak ve müteal olanı bulmak için sorgulamak ve düşünmek…

Hakikaten bunlar insanı hayvandan tefrik eden yegâne olgular. Lakin insan kendinden uzak düştükçe bu hakikati de unuttu. Bu sebepledir ki hayvandan farklı olarak insan düşünmek, sorgulamak ve bu ikisinin mahsulü temyiz kabiliyetine sahip bir varlık olarak kullukla mükelleftir. Çünkü düşünen, temyiz edebilir ve temyiz eden gerçek manada var olur. Zira insan aklediyorsa insandır. Hakeza filozofun meşhur, “Düşünüyorum öyleyse varım” sözü bir slogandan öteye gitmeli ve sözle kastedilen ince mana kavranmalıdır. Hâsıl-ı kelam insanın varlığını daimî kılabilmesi sürekli düşünmeye, sorgulamaya ve böylelikle temyiz etmesine bağlıdır.

Kanaatimce bu aşamada şu soru sorulmalıdır: Durağanlaşmak nedir ve durağanlaşan kimdir? Durağanlaşmak menfi bir anlamda telaffuz ediliyorsa pandemi sürecine kadar durağanlaşan insandı. İnsan kendisi için varoluşsallık arz eden iş ve eylemlerde durağanlaştı. Bu durağanlaşma esasen insanın, insanlığını askıya alması demekti. Şayet tecrübe ettiğimiz şu süreç açısından durağanlaşanı tespit edecek olursak, insanı durağanlaştıran kapitalist sistemin durağanlaştığını anlamak çok da zor olmamalı.

Bu hudut tanımaz sistem, insanı fabrikadaki bir çark gibi kesintisiz olarak dönmesini istemektedir. İnsanın bir çarka (maddeye) indirgenmesi ve kesintisiz olarak isti’mali (tüketilmesi) insanı yok etmekten başka bir şey değildir. Zira insan, her canlı gibi, maddî/fizikî unsurlar barındırdığı kadar manevî/metafizikî unsurlar da barındırmaktadır. Bu unsurların imtizacıyla insan, kâmil manada insan olabilir. Bundandır ki insan kendisinin maddi boyutunu aşarak mana âlemindeki aşkın olana ulaşmak ister. Halbuki çarklaştırılan insan kendini aşma kapasitesinden çok uzaktır.

Bu sürecin sonunda ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı çoklar tarafından zikrediliyor. Lakin halihazırda ki gidişattan hareketle fabrikanın uzun süreli bir durgunluğa girdiği anlaşılıyor. Bu durgunluğu kırmak için fabrika eskisinden daha fazla çalışmaktan başka çaresi de gözükmüyor. Bu ise ya daha fazla çarklaşmak ve çarklaştırmak ya da belki fabrikadan kurtulmak manasına geliyor.

Netice olarak bu yazıyla temennim esasen şer gözüken bu sürecin insanlık için hayra tebdil olma kapasitesine yönelik bir tefekküre, insanı insan olmaktan uzaklaştıran her türlü olgudan insanın kaçınmasına ve bizzat kendine yönelmesine katkı sunmak. Ne kadar bu amaca hizmet eder bilemem ve lakin tevfik Allah’tandır. Ondan ümit kesilmez. Bu bağlamda Bakara sûresinin 216. ayetini zikretmek yerinde olacaktır:

Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Rabbimden hayırlı olanı bizlere sevdirmesini temenni ederek, anonim bir beyitle yazımı sonlandırmak istiyorum:

Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder

Yorum bırakın