Papa’nın Irak ziyareti üzerinden biraz zaman geçmiş olsa da tarihte ilk kez gerçekleşen bu ziyaretin bölgeye dair izlenimler açısından dikkate alınması gerektiği kanaatiyle…
Aslında daha önce de 1999 yılında Papa II. John Paul, Irak’ı ziyaret etmek istemişti ancak dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin buna karşı çıkmış ve ziyaret gerçekleşememişti. Aynı şekilde Papa 16. Benedict de buna niyetlenmiş ancak yine ziyaret gerçekleşememişti. Papa Francis’in gerçekleştirmiş olduğu bu ziyaret ise aslında bir anda ortaya çıkmış olan bir durum değildi. 2019 yılında, Irak’ta bulunan Katolik cemaatin Papa’yı davet etmesi ve 2020 yılında bunun gerçekleşebileceğine dair geri dönüş yapılması üzerine gündeme gelmiş bir durumdu. Ancak Covid-19 süreci sebebiyle 2020 yılında mümkün olmayan bu ziyaret 2021 yılında gerçekleşmiş oldu. Dikkat çeken nokta ise pandemi sürecinde İtalya’dan hiç çıkmayan Papa Francis’in henüz daha süreç tam manasıyla atlatılmamışken bu ziyareti gerçekleştirmesi oldu. Papa ve beraberindeki heyetin tamamının ziyaret öncesinde aşılandığını da not olarak düşebiliriz.
Bu ziyareti komplo teorileri çerçevesinde incelemenin ne denli doğru olacağı tartışma konusu olsa da bunu yalnızca, bir davete icabet olarak görmek de pek mümkün değil. Özellikle de bu ziyareti gerçekleştiren iki bin yıllık teolojik bir yapının başındaki isim olunca, dediğimiz gibi bu pek mümkün gözükmüyor.
Papa ziyareti esnasında DAEŞ tarafından yıkılmış olan kiliselerden birinde incelemelerden bulunduktan sonra şunları söyledi, ‘‘Ne kadar acımasızca. Medeniyetin beşiği olan bu ülkenin eski ibadethanelerinin yıkılmasıyla, bu denli barbarca bir müdahaleye maruz kalmaması gerekirdi’’. Tabi Papa Francis’in bu söylemi ile birlikte, ABD’nin 2003 yılında İngilizler ile birlikte Irak’ı işgal etmesi neticesinde; Emevi, Abbasi ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda cami ve medresenin kullanılamaz hale gelmiş olmasını, insan aklına getirmeden edemiyor. Bizim aklımıza gelse de Papa’nın pek aklına gelmediği, ziyareti sırasında hiçbir Sünni merkezi ziyaret etmemesi veya birçok Sünni, hem ABD hem de DAEŞ tarafından öldürülmüş olmasına rağmen, buna dair hiçbir söylemde bulunmamış olmasından anlaşılabiliyor. Sembolikte olsa bir Sünni lider ile de görüşülebilirdi ancak onu zaten 2017’de Mısır’da yapmıştı, bu ziyaret ise o ziyaretler silsilesinin bir devamı niteliğindeydi. Yenileri de gelecektir. Ayrıca Papa’nın, ziyareti esnasında kullandığı ‘‘kimse öldürülmesin’’ gibi söylemler de kendisini biraz fazla gülünç duruma sokmasına sebebiyet verdi. Irak’ın, Suriye’nin bu hâle gelmiş olmasının sebebi kendileri değil miydi?
Ziyaretin en çok dikkat çeken noktalarından birisi de Papa’nın, Hamemey ile görüş ayrılıklarına sahip olan Sistani ile evinde görüşmesi oldu. Bu görüşme her ne kadar ziyaretin dini boyutu niteliğinde gözüküyor olsa da politik bir yönünün olduğunu da söyleyebiliriz. Kum-Necef arasındaki ayrılıkları dikkate aldığımızda, bir Arap Şii lider ile görüşülmesi, bölgedeki Şiiler üzerinde yalnızca İran’ın hâkimiyetinin önüne geçmek adına ABD’nin politik bir hamlesi olarak değerlendirilebilir.

Papa’nın ziyaretinin, belirli noktalarda İsrail’e de hizmet ettiğini söyleyebiliriz. ‘‘Ortadoğu’da Bizleri Yeni Bir Düzen Mi Bekliyor?’’ başlıklı yazımızda bahsettiğimiz İbrahim Anlaşmaları perspektifinden bu ziyaretin İsrail’in işine yarayacağı aşikâr bir durum. Biraz daha geri çekilerek resme uzaktan bakacak olursak, Papa’nın 2017 yılındaki Mısır ve 2019 yılındaki BAE ziyaretleri de tıpkı İbrahim Anlaşmaları gibi bir ‘‘diyalog’’ projesi olarak görülebilir. Bu durumun da İsrail’in bölgedeki ülkeler ile gerçekleştirmek istediği ‘‘normalleşme’’ sürecine katkı sağlayacağından bahsedebiliriz.
Ziyaret esnasında Türkiye’ye de bazı ince mesajlar verildi. Sincar’da PKK ile işbirliği yapan ve Türkiye’yi sık sık tehdit eden Haşdi Şabi militanları ile Papa arasında gerçekleşen görüşme bunlardan en göze çarpanı olarak değerlendirilebilir. Bölgede Sünnilik iyice pasifize edilmeye çalışılırken, Sünni Türkiye’nin bölgede söz sahibi olması elbette istemedikleri bir durum.
Ziyaretin, dini mi yoksa siyasi mi olduğu noktasındaki tartışmalar sürse de ziyareti hem Papalık hem de Vatikan Devlet Başkanı sıfatları çerçevesinde değerlendirecek olursak her iki kavramı da bünyesinde barındırdığını söyleyebiliriz. Bu durum ülkemiz ve yabancı kamuoyu tarafından da hibrit bir ziyaret olarak görülse de aslında tam olarak anlayabilmemiz için biraz daha vakte ihtiyacımız var gibi görünüyor. Özellikle de bundan sonraki süreçte Biden’ın, Irak başta olmak üzere bölgeye yönelik atacağı adımlar bu ziyaret ile ilgili bize daha net yorum yapabilme imkânı sunacaktır.
Kısaca özetlemek gerekirse; katil özgürce hayatına devam ederken suç mahalline dönerek, bıraktığı izleri temizlemeye çalıştı.
