Herhangi bir devletin bir bölgeye dair veya küresel politikaları doğrultusundaki dış politika analizinin, gelişmelerin yaşanmaya başladığı ilk anlarda gerçekleştirilemeyeceği düşüncesini benimsemekteyim. Ayrıca devletlerin dış politika analizinin, pek de öyle televizyonda çıkıp bir şeyler anlatmakla mümkün olmayacağını düşünüyorum. Bu alandaki önemli isimlerden birisi olan Christopher Hill’in dış politikaya dair ifadelerinin aklımızdan çıkmaması gerektiği kanaatindeyim. Bugün bize de yardımcı olacak olan, Hill’in tanımına göre dış politika, geniş bir yelpazedeki farklı yapılara farklı şekillerde dahil olmuş birçok aktör arasındaki karmaşık ve karşılıklı ilişki sürecini ifade etmektedir. Yapılar arasındaki bu karşılıklı ve karmaşık ilişki dinamik bir sürecin ürünüdür ve aktörlerin yapılarının sürekli evrilmesine sebebiyet vermiştir.
Şimdi bu tanım üzerinden gidecek olursak, bu karışık ve karmaşık duruma, uluslararası ilişkilerin anarşik durumu da eklenince iyice içinden çıkılmaz bir hâlin ortasında kalıyoruz. Ayrıca dinamik yapı sebebiyle de bugün farklı bir şekilde yorumladığımız bir gelişmeyi yarın çok daha farklı bir şekilde yorumlamak durumunda kalabiliyoruz.
Öncelikle bunları bir ön hazırlık olarak sizinle niçin paylaştığım konusuna gelince, birazdan okuyacağınız metnin tamamıyla yanılgıya açık bir metin olduğunun, hatta bu alanda gelişmeler daha çok sıcakken yapılan her yorumun ciddi düzeyde yanılgıyı da bünyesinde barındırdığının bilincinde olmamız gerektiği düşüncesiyle paylaşıyorum. Dış politika alanına dair çalışmalarda daha “dış” olarak ifade ettiğimiz kavramın tam olarak nasıl tanımlanacağı konusunda dahi ciddi tartışmalar varken, “dış politika” analizini yapabilmenin ne denli zor olacağını anlamak sizin takdirinize kalmış bir durum.
Ayrıca kapalı kapılar ardındaki, devletlerin ikili ilişkilerine dair, yalnızca bizimle paylaşılanları bildiğimiz hatta bazen de hiç paylaşılmayan bilgiler dahilinde, hemen neyin analizini yapıyoruz?
Neden anlık yorum yapmanın yanılgıları bünyesinde barındırdığı konusunda bir örnek verelim. Bilindiği üzere Türkiye-Mısır ilişkileri son zamanlarda olumlu yönde seyretmekte. Mısır’daki bürokratik yapılardan gelen, Türkiye’nin görüşme taleplerinin doğrulanması ve Türkiye’nin istihbarat servisi üzerinden gerçekleşen görüşmelerin ardından, Mısır kaynaklı haberlere göre birçok Müslüman Kardeşler (İhvan) Teşkilatı üyesi ismin serbest bırakıldı. Bu gelişme, her iki devlet içerisinde, ikili ilişkilerin olumlu yönde gelişmesinin meyveleri olarak değerlendirilirken bundan yaklaşık olarak 4 gün önce, İhvan Hareketi üyesi 17 kişi Mısır tarafından idam edildi. İdam kararları daha önce alındığı için bu idamlar, ilişkiler dışında tutulmaya çalışılırken aynı gün, hareketin önemli isimlerinden Mahmud İzzet’in terör listesine alındığı haberi yayılmaya başladı. İlk etaptaki, İhvan üyelerinin serbest bırakılması durumunun ilişkiler ile bağlantılı olduğu yorumu, şüpheyle yaklaşılır hale geldi. İşte bu yüzden erken yorum yapmanın oldukça problemli bir durum olduğunu ifade ediyoruz.
Türkiye’nin bölgeye dair yeni yaklaşımları üzerinde biraz duracak olursak, ne oldu da Türkiye bir anda iç politika da kullandığı kötü “Sisi” figürü ve özellikle hükümetin kitlesinin “hassasiyetlerini” belirli boyutlarda geri planda tutarak dış politika hamleleri yapmaya başladı? Bu noktada duygularımızı bir kenara bırakarak, duruma tamamen gerçekçi bir bakış ile yaklaşacak olursak Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini olumsuz yönde ilerletmesi en başından beri yanlıştı. “Güçlü ve Büyük Türkiye” söylemleri doğrultusunda Ortadoğu’da bir eksen oluşturarak en önemli aktörlerden birisi olma yolunda adım atmak istiyorsanız bunu İsrail, İran ve Mısır gibi devletler ile ilişkilerinizi geliştirmeden gerçekleştirmeniz oldukça güç.
Türkiye’nin bölgeye dair politikaları yeni yeni değişiyor gibi gözükse de aslında 2016 yılında bu yöndeki ilk adımlar atılmıştı. Mavi Marmara davasının düşürülmesi ve İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi noktasındaki gelişmeler, Türkiye’nin bölge politikasında değişim yaşanacağının sinyallerini vermişti. Bugün iç politika ve dış politikayı birbirinden ayırmamız oldukça güç olduğu için Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini halka çok fazla yansıtmaması, alacağı tepkileri önleyebilmek açısından oldukça mantıklı bir hamle. Dün İsrail’deki dini törende yaşanan izdiham neticesinde çok sayıda kişinin ölmesi sebebiyle Dışişleri Bakanlığı’ndan yayınlanan taziye mesajı da bu noktada dikkat edilmesi gereken bir argüman olarak kabul edilebilir.
Mısır ile geliştirilmeye çalışılan ikili ilişkileri de dikkate aldığımızda, Türkiye’nin şuana kadarki ilkesel politikalarından taviz vererek, artık bölgeye dair rasyonel bir yaklaşım dahilinde politika üretmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Tabi bizim söyleyebildiklerimiz yalnızca bize aktarılanlar doğrultusunda. İlişkileri önemli aktörler nezdinde değerlendirecek olursak Türkiye, uzattığı elinde zeytin dalı taşırken arkadaki elinde ise taş tutmaktadır. Neler olup biteceğini hep birlikte zamanla göreceğiz.
Yazıya dair eleştirilerinizi e-posta yoluyla tahaoguzhankilavuz@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Dış Politikaya dair okuma önerileri:
https://www.jstor.org/stable/3095819?seq=1
https://dergipark.org.tr/en/pub/uidergisi/issue/39275/462509