ABD’de Joe Biden’ın göreve gelmesinin hemen ardından özellikle Pekin’deki bazı kesimler tarafından, göreve gelen yeni yönetimin, bir önceki Başkan Donald Trump’a nazaran ABD-Çin ilişkilerinde daha kısa vadede yapıcı bir tavır takınacağı söylemleri kamuoyu ile paylaşılmaktaydı. Ancak bu durum pek de beklenildiği gibi gerçekleşmedi. ABD-Çin ilişkilerinde yeni bir dönemin başlayacağı kanaati yalnızca Çin kanadında da değil küresel anlamda dillendirilmiş olsa da evdeki hesap çarşıya uymadı ve bu görüşü benimseyenler ciddi bir hayal kırıklığı ile karşılaştı.
Biden yönetiminin Asya politikalarından sorumlu olan ekibi, Çin’in, seçimlerden sonraki üst düzey stratejik diyaloğu sürdürme davetlerini reddetmekle kalmadı, aksine Trump döneminde yürürlüğe konulmuş olan tüm kısıtlamaları sürdürdü. Ancak ilk altı ayda yaşanan, bir önceki dönemin devamı niteliğindeki bu gelişmeyi bir kenara bıraktığımızda Beyaz Saray’ın, diplomatik, güvenlik, ticaret ve teknoloji gibi alanlardaki politikasının tümünü kapsayacak olan ABD-Çin ilişkilerindeki stratejisinin kapsamlı bir incelemesini yürüttüklerini de söylemek gerekmektedir. Bunun sonuçlarının da yönetimin birinci yılının sonlarına doğru ortaya çıkacağı genel kabul gören bir tahmin olarak ifade edilmektedir.
ABD-Çin ilişkilerine geniş kapsamda yaklaşacak olursak Biden yönetimi, selefi Trump yönetimi tarafından benimsenmiş olan “stratejik rekabet” kavramının, ilişkilerin tanımlayıcı çerçevesi olmaya devam ettiğini kabul etti. İlişkilerde Biden yönetimini Trump yönetiminden ayıran en göze çarpan noktalardan biri, belirli bir kalıbın içerisinde hapsolarak ilişkileri yalnızca o kalıbın oluşturduğu sınırlar dahilinde ele almanın dışında hamleler gerçekleştirme niyetinde olmaları gibi görünmektedir. Biden ve ekibi ilk olarak Trump döneminden devraldıkları tavrı devam ettirmiş olsalar da bunun değişebileceği mesajını vermişlerdir. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın, Washington’un Pekin’e yönelik yaklaşımlarının “olması gerektiği zaman rekabetçi, mümkün olduğunca işbirlikçi ve olması gerektiği zaman da düşmanca” olabileceğini ifade etmesi bu noktada geleceğe dönük mesajlar vermektedir. Ancak tam olarak net bir görüş belirtilebilmesi için Biden’ın ekibinin ilişkilere dair gerçekleştirdiği çalışmanın sonuçlarını ve o sonuçlar doğrultusunda atılacak olan adımları beklemek gerekmektedir.
İlişkilerin karmaşıklığını artıran en önemli faktörlerden birisi de Pekin’in stratejik düşüncesinde bazı değişikliklerin yaşanmasıdır. Örneğin Çinli teknoloji şirketi DiDi’nin, ABD’nin halka arzı ile ilerleme karası sonrası Çin’in şirketi cezalandırma kararı Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in, ABD’den daha geniş kapsamlı bir finansal ayrışmanın ortaya çıkmasının stratejik rekabetin kabul edilebilir hatta belki de kaçınılmaz bir neticesi olduğu sonucuna vardığını gösteriyor. Bu durumun yanı sıra, gün geçtikçe büyüyen ABD baskısı karşısında Çin’in, kendine güvenen bir ekonomi hâline gelebilmek için uzun zamandır sürdürdüğü arayışı da güçlü hâle getiriyor. Başkan Xi, bu stratejisi ile Çin’in ABD ile her yönden bağlantılarını kendisinin keseceğinin sinyallerini veriyor olabilir. Geçmişe nazaran daha uzlaşmacı bir tavır ile Avrupa ve dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkilerini hızlandırmaya çalışması da bu yönde atılan adımlardan birisi olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, İngiltere ile Huawei şirketi arasındaki görüşmeleri de bu konudaki somut örneklerden birisi olarak nitelendirsek yanlış bir yaklaşımda bulunmayız diye tahmin ediyorum.
Biden, Xi Jinping’e nazaran ciddi dezavantajlara da sahip. Kısa vadeli dezavantajı, kendisinin de partisi olan Demokrat Parti’nin Kasım 2022’deki ara seçimlerde nasıl bir sonuçla karşılaşacağı sorusudur. Çin’e karşı bir yumuşama gerçekleştirirse Cumhuriyetçilerin eline çok ciddi bir koz vermiş olur. Diğer bir noktada ise ülkesindeki tüketicilere, işçilere ve çiftçilere zarar veren, Çin ile gerçekleştirdiği ticaret savaşında yeni çözümler üreterek Washington’un uzun vadeli çıkarlarına hizmet edecek adımların atılmasını sağlamalıdır. Ancak ortaklığa uzanabilecek bu durum kısa vadede ulaşılamayacak bir nokta gibi durmaktadır.
ABD, pazarlarını tamamen ve karşılıklı olarak Asya’nın geri kalanına, Avrupa’ya ve ötesine açmadıkça, Çin’in büyük küresel ekonomik gücüne bir alternatif sunarak mevcut dostlarını yanında tutmayı ve gelecekte yeni dostlar edinmeyi başaramazsa, Çin ile var olan stratejik rekabetinde başarıya ulaşması güç gibi görünüyor. Zaten bu sebepten ötürü de dünyanın çoğu ABD-Çin ekseninde henüz net bir takip gerçekleştirmeden riskten korunmaya çabalamaktadır.