Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, ülkenin yaşamış olduğu ekonomik ve toplumsal birçok sıkıntıyı öne sürerek, kendi atamış olduğu başbakanı görevden aldığını ve Meclis’in çalışmalarını 30 günlüğüne durdurduğunu açıkladı.
2011 yılında Tunus’ta gerçekleşen, bölge halkları tarafından Yasemin Devrimi küresel manada ise Arap Baharı olarak nitelendirilen bir sürecin başlamasına öncülük eden devrim ilk etapta olumlu karşılanmış olsa da devrimin sonrasında aslında olayların pek de öngörüldüğü gibi gerçekleşmeyeceği gün yüzüne çıkmış oldu. Devrimin ardından ciddi bir çalkantılı süreç geçiren Tunus, bir türlü ekonomik ve siyasi istikrar yakalamayı başaramadı. Ülkenin yönetimi son devrimden bu yana ondan fazla hükümet değiştirdi.
Arka arkaya kurulan hükümetlerin işlevsizliği, partiler arasındaki kutuplaşmaların iyice artmış olması, cumhurbaşkanı, hükümet ve meclis arasındaki süregelen uyumsuzluk sürecinin, ekonomik sorunların oldukça fazla düzeyde artmış olması ve üstüne de Covid-19 pandemisinin ülkeyi bu noktaya getirdiği düşünülmektedir. Örneğin, BBC’nin haberine göre Tunus’ta aşı kampanyası tam anlamıyla fiyasko niteliğindeydi. Bu duruma karşılık aşı kampanyası için Cumhurbaşkanı Said’in, aşılama kampanyası için orduyu meseleye dahil etmesi, bu yönde verilebilecek örnekler arasında değerlendirilebilir.
Ülke içerisindeki erkler arasındaki uyuşmazlık ve çatışma hâline bir örnek olarak da aşı konusunda Gannuşi’nin Katar Yatırım Fonu ülkeye çekip aynı zamanda Doha’dan da aşı getirme çabalarına karşılık Said’in, Müslüman Kardeşler’in projesinden ziyade Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile münasebet kurmuş olması gösterilebilir.
Ülkenin içinde bulunduğu bu kötü gidişat karşısında geçtiğimiz birkaç aydır belirli kesimlerden müdahale sesleri gelmeye başlamıştı. Zaten Cumhurbaşkanı Said’in yapmış olduğu hamleler de bir müdahalenin kapıda olduğunu gösterir nitelikteydi. Mayıs ayı içerisinde birkaç emekli komutan “Son Umut” ismini verdikleri bir çağrı ile Cumhurbaşkanı’ndan ülkeyi El Nahda hareketinden kurtararak doğru yola sokması gerektiğini ifade etmişti.
Bu yönde birçok çağrı gerçekleştirilmiş olsa da müdahalenin zeminini asıl olarak hazırlayan etken ise bir şiddet dalgasının gün yüzüne çıkması olarak görülüyor. “25 Temmuz Protesto Hareketi” isimli inisiyatif, 2011 yılında benzer bir hareketle yeni bir döneme giren siyasal sistemi, bu sefer farklı gruplar aracılığıyla yıkmak için sokağa döktü. Birçok şehirde El Nahda hareketinin merkezleri basıldı ve çeşitli zararlar verildi. El Nahda’ya göre, ofislerine saldıranların bazıları finanse edilmiş ve protesto gerçekleştiren diğer insanları yanlarına çekerek bu eylemleri gerçekleştirmişlerdi. Hatta bazılarının Cumhurbaşkanı Said’e yakın ve bazılarının da dış bağlantılı oldukları da iddia edildi. Gannuşi ise bu konuda direkt olarak BAE medyasını hedefe koydu.
Bir anayasa profesörü olan Cumhurbaşkanı Said, Anayasa’nın 80. maddesini doğrultusunda bu eylemi gerçekleştirdiğini öne sürüyor. Ancak ilk etapta yapılan yorumlara bakılırsa ciddi bir hukuksuzluk gerçekleştirmiş durumda. İşin ilginç kısmı ise şu: normal şartlarda 2014 yılında Anayasa’da gerçekleştirilmiş bir de değişiklik ile ülke yönetimindeki erkler arasındaki çatışmaları nihai sonuca ulaştıracak olan yapı Anayasa Mahkemesi olarak belirlenmiş olsa da kararın verildiğinden günden bugüne kadar henüz Anayasa Mahkemesi’nin kurulamamış olması sebebiyle Cumhurbaşkanı Said’in kararlarının meşru olup olmadığını bir sonuca bağlayacak herhangi bir merci ülke içerisinde bulunmuyor. Zaten bölgeyi genel bir bakış ile değerlendirdiğimizde,” bu durumu sonuca ulaştıracak bir yapı olsa da ne kadar etkili olurdu?” sorusu ilk olarak akıllara geliyor.
Son olarak, Ortadoğu araştırmacısı Zahide Tuba Kor, Tunus’ta yaşanan olaylar sonrasında kendi blogunda yer vermiş olduğu yazıda, uluslararası sistem içerisinde artık yeni bir aktörün de gün yüzüne çıktığını belirtiyor, Birey. Yaklaşım itibari ile bu görüşe katılmakla birlikte yeni aktörü, bireylerin oluşturduğu “salt toplum” olarak görüyorum.