Cuma Yazıları -1-

Bismillah, Elhamdülillah, Essalatü vesselamu ala Rasulillah. Allah’ın selamı, rahmet, bereketi cümlemizin üzerine olsun. Cumamız her daim bizlere hayır kapıları açan mübarek bir vesile olsun. Akşam ezanıyla iştirak edeceğimiz Ramazan-ı Şerifin de cümlemize hayır ve bereket vesilesi olmasını niyaz ediyorum.

Bu yazıyla, vakti zamanında bir çok alim ve mütefekkirimizin sürdürdüğü bir adet olan Cuma yazısı geleneğini ben de acizane sürdürmek istedim. Bu münasebetle bu okuduğunuz yazı bir fatiha hükmünde olup Allah’ın izni ve inayetiyle Cuma yazılarının devamı da gelecektir.

Bu girişten sonra gelelim bu Cuma yazımızın konusuna. Malumunuz Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak cemiyetimiz uzun bir zamandır ifsad oluyor ve her geçen gün bu durum daha da kötü bir hal almaktadır. Buna sebep olan bir çok âmile işaret edilebilir. Fakat bu irtifa kaybını azaltacak, engelleyecek, daha sarih bir ifadeyle bu gidişe karşı mücadele edecek en önemli aktörler camiamızın sivil toplum kuruluşları olmalıdır. Üzücü olan cemiyetimizin alın akı, köklü sivil toplum kuruluşları, ferasetsiz idarecilerin marifetiyle “iktidar”ın “nimet” ve imkanlarına sarılması neticesinde mülevveş bir surete bürünmüş ve sivillik vasfını büyük ölçüde kaybetmişlerdir.

Biraz sivillik üzerine bahsetmekte de fayda görüyorum. Zira sivilliği bizler genellikle asker dışındaki kitleler olarak tanımlar ve algılarız. Esasen bu mananın kökenlerinde şiddet tekelini elinde bulunduran askeri unsurlar karşısında bir bütünlük ifade etmek arzusu yatmaktadır. Dolayısıyla adına sivillik dediğimiz olgu bu kaygı doğrultusunda tebarüz etti. Fakat değişen koşullar neticesinde artık sivillik vasfı, siyasete ve bürokrasiye de mesafeli olmayı gerektirir. Yani eskiden sivillik asker dışı unsurlardan ibaretken özellikle 1945 sonrası dünya düzeninde sivillik siyaset ve bürokrasi dışı olmayı da gerektirir hale geldiği rahatlıkla söylenebilir. Zira eskiden asker neyi temsil ediyorsa bugün askerin dizginlerini elinde -bir raddeye kadar- tutan üst düzey bürokratlar ve siyasiler aynı potansiyeli temsil etmektedir.

Burada sivil olmanın devlet ve siyaset aleyhtarı olmayı gerektirdiğini söylemiyoruz. Bir halkanın dışında durmak onun aleyhtarı olmak manasına gelmez. Bilakis halkanın dışında duran halka içinde olan biteni daha geniş gözlemleme imkanı yakalar. Bu imkan ile siviller ve sivillerin kolektif hali olan sivil toplum kuruluşları sivil olmayan unsurları müdakkik bir şekilde denetlemelidir. Netice olarak kuvvetli bir sivil toplum; siyasetin, bürokrasinin ve askerin her daim diken üstünde olması demektir. Özetlersek sivil toplum; sivil olmayan aktörleri denetlemek ve onların hatalarının yıkıcı etkisini cemiyet nezdinde yumuşatmakla görevlidir.

İşte sivil toplum kuruluşları iktidara yaslanıp sivilliklerini kaybederlerse bu toplumsal kuvvetler ayrılığının yok olması demektir. Evet, doğru duydunuz, “toplumsal kuvvetler ayrılığı”. “Nedir bu?” diye sorarsanız; klasik kuvvetler ayrılığı kuramı kurumlar arası kuvvet dengesi kurarak “siyasal özgürlüğü” teminat altına almayı amaçlamıştır. Benim ileri sürdüğüm haliyle toplumsal kuvvetler ayrılığı veya dengesi, değişen koşulların zorunlu bir neticesi olarak sivil toplumu, siyasal aktörler karşısında denetleme makamına konumlandırmak; böylece hesap verilebilir, şeffaf ve adil bir toplumsal düzenlilik teminat altına almaya yönelik bir toplumsal düzen kurgusudur. Haddi zatında böyle bir toplumsal durum Montesquieu’nün “siyasal özgürlük” konseptini karşılamaktadır. Yani toplumsal kuvvetler dengesinin olmadığı bir kamusal alanda “siyasal özgürlük”ten bahsetmek mümkün değildir.

İşte sivillik vasfını kolektif olarak korumak ve savlamak, toplumsal bütünlüğe katkı sunmak ve zemin hazırlamak adına sivil toplum kuruluşları vardır. Sivil toplum kuruluşları sivil kitlenin sivilliğini muhafaza ve sürdürmek üzere vardır.

Sivil toplum kuruluşları sivilliklerini kaybederlerse sivillerin hali ne olur..?

Yorum bırakın