“Tanrı Zar Atmaz”

Bu yazıda sizlerle, bilim dünyasına son yüzılda damga vuran, bugüne dek kabul edilen fizik normlarının hepsinin iflasına sebep olmuş ve belki de fizik ve felsefenin en iç içe geçtiği teori, “Kuantum Teorisi” hakkında biraz laflayacağız.

Bugüne dek bizlere öğretilen, tüm bilim dünyasının kabul ettiği Newton fiziğinin kanunları, maddeleri katı, sert, ölçülebilir ve birbirinden bağımsız olarak tanımlıyordu ve atom da maddelerin en küçük yapı taşı olarak kabul edilmişti. Ancak zamanla atom altı parçacıkların keşfedilmesi ve incelenmesiyle aslında bu durumun pek de öyle olmadığı, maddenin sadece gözlemlendiği zaman bir parçacık gibi davrandığı; gözlemlenmediği zaman ise bir olasılıklar kümesi şeklinde, ne olduğu ve hatta olup olmadığı bile bilinemeyen bir formda davrandığı anlaşıldı.

Bu olay çok karmaşık ve anlaşılması güç. Hatta Nobel fizik ödüllü bilim adamı Richard Freyman kuantum fiziği hakkında şunları söylüyor:

“Eğer kuantum fiziğini anladığınızı düşünüyorsanız, kuantum fiziğini anlamamışsınızdır.”

Bu karmaşık durum ilk keşfedildiğinde bunu daha net anlayabilmek için bilim adamları “çift yarık deneyi” olarak adlandırılan bir deney hazırladılar. Hesaplarına göre bu deney sonucu maddenin parçacık mı yoksa bir dalga şeklinde mi davrandığını anlayacaklardı. Deneyi basitçe tarif etmek gerekirse, elinizde bilye fırlatan bir tabanca olduğunu ve bu tabancanın aynı noktadan karşıdaki bir duvara sürekli bir bilye fırlattığını hayal edin. Daha sonra duvarla aranızda bir levha olduğunu ve bu levhanın ortasında bir yarık olduğunu düşünün. Mantıken attığımız bilyelerin bu yarıktan geçenlerin karşı duvarda da bir yarık şeklinde bir alana isabet ettiğini tahmin edebiliriz. Yarık sayısını ikiye çıkarırsak da bu kez karşı duvarda iki farklı yarık görmeyi bekleriz. İşte bu düzenekte bilye yerine elektron koyduğumuzu varsayın şimdi. Eğer elektronlar parçacıksa tıpkı bilyeler gibi hareket ederek karşı duvarda yarık şeklinde bir alana isabet etmeleri gerekir. Fakat dalga olarak yayılıyorsa bu şeklin yarık değil bir spektrum şeklinde olması beklenir. Çünkü tek dalga iki farklı yarıktan geçtiğinde iki farklı dalgaya dönüşür ve bu iki farklı dalga da birbirine çakışarak duvarda farklı izler bırakır. Aşağıdaki kısa video olayı bir nebze daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

Kaynak linki.

Elektronlar, dalga mı yoksa parçacık mı olduklarını anlamak için önce tek yarıktan gönderildi. Sonuç Newton fiziğine uygun şekilde çıktı yani karşı duvarda spektrum değil yarık şeklinde bir çizgi belirdi. Aslında bu parçacık olduğunu ispatlamak için yeterliydi ama yine de merak işte bir de çift yarıkla denediler. Ancak sonuç hiç de beklendiği gibi olmadı. Deney sonucuna göz atmak için incelemeye başladıklarında karşılarında aynı dalga gibi yayılmış bir spektrum gördüler. Bir yanlışlık mı oldu acaba diye tekrarladılar ama sonuç yine aynı. Bu kez deneyin başından sonuna kadar deney setinin önünde bekleyen bilim adamları deney tekrarladıklarında ise bu sefer de elektronların parçacık gibi davrandıklarını ve iki farklı yarık şeklini aldıklarını gördüler. Yani bu şu anlama geliyordu; elektronlar gözlemlendikleri zaman parçacık, gözlemlenmedikleri zaman ise dalga şeklinde ve zaman bağımsız olarak birden fazla yerde gibi davranıyorlardı.

Kaynak linki.

İşte bu çarpıcı sonuç dünyaca ünlü fizikçi Albert Einstein tarafından şöyle yorumlanmıştı:

“Yani ben Ay’a bakmadığımda aslında Ay’ın orada olmadığını mı söylüyorsunuz?”

Aslında elektronlar belli bir alan içerisinde tamamen olasılıksal olarak dağılıyorlar ve biz gözlem yaptığımızda onların kendilerini değil bir olasılık kümesinin sonucunu görüyormuşuz gibi bir durumla karşı karşıyayız. Yani aslında derin gerçeklik diyebileceğimiz kavram fiziksel nesnelerden değil olasılık dalgalarından meydana geliyor. Bu olasılık dalgalarının üzerindeki ölçtüğümüz yani gözlemlediğimiz her nokta ise fiziksel gerçeklik durumuna karşılık geliyor. Aynı zamanda, evrendeki tüm bu olasılık dalgalarının da birbirini etkilediğini düşünürsek, var olan her şeyin etkileşim içinde olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bunu kimileri evrenin kaos durumunda olması veya kelebek etkisi gibi kavramlarla tanımlıyor olsa da biz imanımızın şartlarından biri olan “kaza ve kaderin tecellisi” olarak açıklasak pek de yanılgıya düşmüş sayılmayız. Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin de söylediği gibi:

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.”

Bu teorinin getirileriyle ruh ve bilinç gibi soyut kavramları bile bir fiziksel gerçeklerle bağdaştırarak açıklamak belki de çok yakında mümkün olacaktır. Özellikle tasavvuf ehli kimseler tarafından vahdet-i vücûd kavramı ile benzerlikler gösterdiği savunulan kuantum teorisi, belki de Müslüman alemini daha önce hiç olmadığı kadar bilimle ilgilenmeye ve inanç-bilim arasındaki bağları daha da sıkılaştırmaya davet ediyor.

Her ne kadar Einstein “Tanrı zar atmaz.” derken bu olasılıklar evrenini ispat eden kuantum teorisi hakkında dini bir gönderme yapmıyor olsa da, biz Einstein’e cevaben, “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeyi bırak.” diyen Niels Bohr’un fikrine daha yakın hissederek evrendeki her şeyin mutlak irade sahibi olan Allah’ın bir eseri olduğunun ve yönelişin de yalnız O’na olması gerektiğinin altını çizelim.

Selam ve dua ile…

2 Comments

Yorum bırakın