Kitap birkaç sayfalık yazılardan oluşuyor. Başta bende yazıların müstakil olduğu düşüncesi hasıl oldu ise de sonraları her bir yazının birbiri üzerine bina edildiğini fark edebildim. İsmet Özel ‘cins kafa’ olma vasfını konuşturuyor ve her bir meselede her bir kavramın izahında sizi ters köşe yapıyor. İnce eleyip sık dokuyarak istikamet üzere, tabir-i caizse ‘İslami’ bir düşünce sistemi inşa etmeye çalışıyor. Yazmayı bir vazife olarak telakki ettiğini bu nedenle yazdığını ifade ederek başlıyor eserine.
İlk altını çizdiğim cümle “Sen ve ben çoğu kimse değiliz.” oluyor. Yıllardır derdim, niyetim herkes gibi olmamak, kayıp gitmemek, derenin suyunun sürüklediği bir taş olmamak. Aklım yıllardır başımda artık ‘yıllardır’ diyebilirim. Bu niyet kalbimden kaçıp gidecek de ben gidişini duymayacağım diye de korkuyorum. İsmet Özel gönlüme su serpercesine bir yol gösteriyor: “Yazmaya sürgünsün, bu yükümlülüğü ortama uymadığını, suça ortak olmadığını belli eden bir şey yapmakla yerine getir.” Bir arkadaşım ‘Kimi yazarların kalemi zehirlidir; okuyanı etkisi altına alır, kimininki de zehirlidir bizatihi kendisini zehirler’ demişti. İsmet Özel bunlardan birine giriyor mu sorusu cevapsız zihnimde.
Şair olmanın verdiği özgüven ve kafa netliği sayesinde olsa gerek; mevzular kısa, net ve kendinden emin şekilde ifade edilmiş. Mesela dil, yabancı dillerden intikal eden kelimeler, bunların dile etkisi, kültürün dile ve kelimeleri etkisi vs. konuları bir cümle ile nihayete erdirilebilmiş: “Bir kültürden diğerine tercüme yoluyla geçen kelimeler eğer bir nesnenin adıysa bu aktarımda zihniyete ilişkin bir mesele doğmaz.”
Okumak bizatihi murat değil, asıl maksat hakikati aramak ve ona varmak. Okumak yemek ise tefekkür etmek sindirmek olsa gerek. Bazen bir kitap bir lokma gibidir bazen bir cümle bir öğün yemek gibidir. Hal böyle iken bir cümlenin tefekkürü bazen saatler alırken bazen bir kitap dakikalar içinde fikredilebilir. O zaman çok okumak aynı zamanda çok yol almak manasına gelmeyebilir. Bu kitap da hızlıca yahut ayaküstü okunacak bir kitap değil. Ağır bir kitap dolayısıyla sakin kafayla üzerinde düşüne düşüne okunması icap eder görüşündeyim. Bunları düşündüğüm sırada bir arkadaşım Muhammed Emin Yıldırım hocanın sohbetinden kısa bir bölümü paylaştı grupta. Günlük bir cüz okuyup da içinde bulunan yaklaşık 200 ayetten hiçbirini üzerine almayan bizlere Esma binti Ebubekir’i (r.a) örnek veriyor. Esma anamızı kapının eşiğinde başını iki elinin arasında bir ayeti tekrar ederken bırakan bir sahabe, aradan saatler geçip de tekrar yanına gelince aynı halde buluyor onu.
İsmet Bey fikir ve kavram dünyamızda ince/hassas ayar yapmaya devam ediyor. Zaman zaman modernizm ile zaman zaman Grek ve Yunan felsefe ve mantığıyla hesaplaşıyor. Bunları bazen üstü kapalı bazen doğrudan ifade ediyor. Anlamakta zorlandığım ve aynı cümleyi yahut paragrafı tekrar tekrar okuduğum sıkça oluyor.
Cümleler, kavramlar, bölümler içerisinde boğuşurken bir anda sıradaki bölümün başlığı dikkatimi çekiyor: “Bütün bunlardan bana ne?” Okuyucunun aklına gelebilecek ‘oldukça kapalı ve hatırı sayılır derecede karmaşık bir konuda kaleme alınanlar üzerine kafa patlatacak olsam bana ne faydası var?’ sorusunu soruyor. Ki benim de aklıma tamam da benim hisseme ne düşüyor, neyi anlıyor ve neyi öğreniyorum ben bütün bunlardan sorusu gelmişti. ‘Güzellikten, hakikatten, aşktan ve bilgiden bana ne demedikçe “Bütün bunlardan bana ne?” demek mümkün değil’ diyerek hitama erdiriyor.
‘Yeryüzünde hem acıları artıran hem de insanları kıskıvrak kabzeden bir hegemonyacı mekanizma’ var ki buna kısaca kapitalizm diyebiliriz. Bu sistemin en fena özelliği ise istisnasız herkesi ‘para kazanmak kafesi’ne sokuyor, çık çıkabilirsen. Böylece tüm değerlendirme ve duruşlar para kazanmanın en üstün değer olduğundan hareketle yapılabiliyor. Hal böyle olunca kafes parmaklıklarının arasından para kazanmanın mazeretlerini, bahanelerini görebiliyoruz ancak. Asıl amacının para kazanmak olmadığına inandırabiliyor kendini insan yahut filanca işin yapılabilmesi için maddi güç lazım, parasız hiçbir şey olmuyor dedirtebiliyor. Halbuki ‘para kazanmanın yalnızca bir amaca, daha fazla para kazanma amacına hizmet ettiğini’ bilmek icap ediyor evvela.
Son olarak, kamillik vasfını bir fikir veya kişinin taşıyamayacağını, bunun istisnasının ancak vahy-i metluv (Kuran-ı Azimüşşan) ve vahy-i gayri metluv (Efendimiz sav’in kendisi ve sünneti) olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu nedenle İsmet Özel’in bu eserinin nakıs yönlerinin, tenkit edilmesi gereken yönlerinin olduğu muhakkak. Ancak şu anda ve bu halimde bir ‘eleme’ye tabi tuttuğumda fikir eleğimin üstünde kayda değer bir şeyler kalmadığını görüyorum. Belki ilerde, belki hiç. Allahu Alem.