İşsizlik Notlarım – 2024

Selamlar gönül dostları, inşallah afiyettesiniz görüşmeyeli. Son paylaşımımdan takriben yedi ay olmuş. Bu süre zarfında önce Rabbimin izniyle yüksek lisans tezimi tamamladım. Bu sırada bir süredir yurtdışında olan ailemi ziyaret edip bayramda sıla-i rahim için yurtdışına gittim. Dönünce tezimle alakalı resmi işlemleri tamamlayıp teslim ettim. Maalesef mobbingle geçen bir dönemde yazmış olmanın neticesinde tezimde eksik kalan fazla olan ve hatta dil açısından tashih edemediğim yerler oldu. Bu sürecin son halkası ise ağustos ayında görev süremin uzatılmama kararıyla işsiz bırakılmam oldu. İlk günler bundan sonra mobbing yok davamı açar kafamı dinlerim dediysem de süreç düşündüğüm gibi ilerlemedi. Bir kere hantal ve işlevsiz adaletten yoksun laik yargı sistemimiz tam bir ömür törpüsü. Sürekli mahkemeden karar çıktı mı beklentisi beni gün be gün öğütüyor. Beni görevimden eden yetkililere ve karar vermekten aciz hakimlere sövmekle geçiyor günlerim. Ha bu arada doktoraya da kabul aldım ve eylül sonu itibariyle eğitimime başladım. Fakat dediğim sebeple verim alamadım. Bir de görev süresi dolan ailem de yurtdışından dönüp onların telaşelerinden kendimi unuttuğum bir-iki aylık süreçte bir çok işimden geri kaldım.

Yazın çok yakın iki arkadaşım evlendi bu arada. Onların da evlenmesi bende bir geç kalmışlık, baltaya sap olamamışlık hissi tetikledi. Allah affetsin insan oğlu hiç kendinden kötü durumdakine bakmaz önündeki iyilerle kıyaslayıp kendi haline şükretmez. Allah’a hamd olsun, tembelliğim ve nefsimden başka şikayet edeceğim bir şey yok hayatımda. Allah hidayet versin halimiz hal değil. Diyeceğim üst üste gelen gelişmeler beni savurdu açıkçası.

Toplum içinde tam bir asalak gibi geziyorum maalesef. Bu arada bahtım hiç gülmedi, KYK’ya başvuramadım zira ikametim yurtdışındayken silinmiş. Yine ikamet sorunundan kaynaklı olarak yalandan da olsa avukatlık stajı yapma hayalim de suya düştü. Hoş bu ikamet işini çözdüm bir ay evvel ama gel gör ki KYK başvurusunu kaçırmışız. Avukatlık stajına ise benim hevesim kalmadı. Böyle yuvarlanıp gidiyorum.

Gelelim bugünden sonra ne yapacağıma… Allah şahit ben de tam bilmiyorum. Bir yandan bu memleketi terk etmek geliyor içimden bir yandan başka ile gitmek geçiyor kafamdan bir yandan da davayı bekle heyecan yapma diyor mantığım. Mantığıma güvenirim, fevkalade mantıklı düşünme kabiliyetine sahip olduğuma inanırım ama mantıksız olana yönelmekten kendimi alıkoyamam genelde. Nefis işte, mantık akıl yetmiyor nefsi dizginleyemedikten sonra.

Yine bu sırada Yeşilay’a destek olmaya başladım bir abimiz hatrına ve toplum yararına. Yeşilay dedik madem örneği bağımlılıktan verelim. Sanıyor musunuz ki özellikle uyuşturucu bağımlıları maddenin zararından habersiz. Mesele artık fizyolojik olarak mani olamıyor. Bile bile kendini öldürmeye mecbur bırakıyor bağımlılığı. Allah cümle ümmet-i Muhammed’i sas. muhafaza buyursun her türlü menfi iptiladan. Hasılı ben de mantığıma bile bile aykırı davranırım sıkça, her insan gibi. Örnek olarak onca iş beni beklerken basit bahanelere sığınarak hayatı ertelemekten alıkoyamam kendimi. Namazı bile sık sık son dakikaya bırakırım. Allah bu suiahlaktan tez zamanda kurtarsın beni. Neden mi tehir ediyorum, psikolojik amili yakalamak güç.

Biraz sesli (klavyeli) düşüneyim. İç sesim ezanı duyunca hele kılarız diyor. Peki uğraştığım iş -bu sıralar- genelde malayani oluyor. Yani sonu gelecek bir iş değil. Halbuki namaz vakti kısa, hem yerine getirilmesi gereken mühlet açısından hem de aldığı vakit bakımından. Ama ben tehir etmeyi tercih ediyorum. Fakat vakit girer girmez pause tuşuma basıp hayatımı bir anlığına askıya alıp namazı kılıp işime geri dönsem hem namazın bereketi hem malayaniyattan sıyrılma imkanı hem de abdestli iş görme konforu yakalayacağım. Ama ben ısrarla tehir ediyorum. Misalen bu yazıyı kaleme alırken bile saat gece üç olmuş ve henüz yatsıyı kılmadım. Bunları bir marifet olarak değil bir öz-eleştiri olarak yazıyorum. Kulaklarımda bir süredir çınlıyor şairin sözü: “Herkesin bahanesi var, senin yok günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin, daha sonra burada kalamazsın, başa dönemezsin ama dön Eve dön!” Ben de o sebeple musavvere, dostlarla büyük hayallerle kurduğumuz bu düşünce evimize döndüm. Ama dönmeme sebep olan Taha kardeşimin dönüşüydü. Zira alışmışım ben cemaat halinde hareket etmeye. Pandemiyle yaşadığım en büyük kriz evde yalnız başıma oturup çalışamamamdı. Zira dediğim gibi alışmışım toplu hareket etmeye. Yurttayken hukukçular olarak etütleri doldururduk. Kim geç inecek, kim erken çıkacak istemsizce takip ederdim. Severdim rekabeti ve kendimi sık sık kıyaslamayı. Geç fark ettim arkadaşlarla kendimi sürekli kıyaslamaktan arkadaşların rahatsızlık olduğunu. Ama ben yine şairin dediği gibi yazgıma yetişmem gerektiği kaygısıyla adımlıyordum. Şair aynı şiirde diyordu ki “belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam … bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar” ben de her insan gibi geri kalma korkusuyla itekledim kendimi hayata. Öyle görece sıyrıldım atalet gömleğinden. Ama bu kolektiviteden yani cemaat halinden güç aldığım itkiyi eve zarureten dönüp kendimle baş başa kalınca kaybettim. Yüksek lisansa ve hemen akabinde asistanlık görevine başlamakla rehavete kapıldım ve işte o zaman tıkandım. Muvakkaten ödev deadlinelarıyla bir şekilde ders dönemini ağır aksak verimli hale getirip atlattım. Ama tez dönemine geçtiğimde alanımda bana danışmanlık edecek bir hocam yoktu. Bu durum yaklaşık 7-8 ay sürdü. Bu sırada başka işlerle meşgul ettim kendimi. Beyhude değildi ama boşa çıkartılmış umutlar vardı. Yine de öyle veya böyle o çabalardan iyi-kötü bir derleme eser çıktı tercüme ettiğimiz makalelerden müteşekkil. Sağolsun bu hayattaki en birinci yoldaşım Tuğrul, süreç içinde beni çok kamçıladı ve sevk etti beni iş yapmaya. Hakkı ödenmez, onu da sonunda yormuş olsam da…

Hasılı tez dönemimi muhtelif savsaklamalarla geçirdikten sonra nihayet hızlı bir giriş yaptım tez konuma. Keyifli araştırmalar ve günlük 3er 5er yazarken bir de ne olsa beğenirsiniz. Bir görevlendirme dilekçesi sebebiyle alçak idareciler, ben ve iki asistan arkadaşımı tehdit edip bizlerle uğraşmaya başladılar. Tevdi edilen işlerimizi harfiyen yerine getirdiğimiz halde sırf ilmi tekamülümüzün selameti için vermiş olduğumuz görevlendirme dilekçeleri bizim zulme maruz kalmamız için yeterli bir gerekçeydi. Uğraştılar ve zalimliğin alçaklığın hakkını verdiler Allah için. Yani alakalı alakasız bizle beraber toplam 15 asistana soruşturma açtılar. Beşimize ceza verdiler. Henüz cezalarımız tahakkuk etmeden bizleri usulsüz şekilde görevden atmaya kalktılar. Eylül sonunda başlayan bu süreç hararetli bir biçimde şubat ayına kadar sürdü. Gel gör ki aziz dostum ben ağustos ayında başlamıştım tezimi yazmaya ve şubatta savunmaya girecektim. Tahmin edeceğiniz üzere bu süre zarfında 60-70 sayfa yarım bile değil çeyrek bir tezden fazlasını yazamadım. Ama eş zamanlı olarak 40-50 sayfa savunma dilekçe vs. yazdık.

Şubattan sonra biraz duruldu gibi oldu. Görece işler sakinlemiş gibi bir seyirdeydi ama ben bir kere hocalara mahcup oldum. Tezimin eksiklerini bir an evvel tamamlamak için hocalarım düzeltme verdiler. Bu üç ayı nispeten verimli kullandım ve nihayetinde tezimin önemli bir kısmını kaleme aldım ama yine de benim aklımdaki metnin yarısından biraz fazlasını ortaya koyabilmiştim. Hocalar ufak ilavelerle tezimi kabul ettiler. Ne de olsa kabul edilen ortalama tezlerden ziyadesiyle daha etraflı bir çalışmaydı. Hem tezin bir tezi vardı ve kaynakçası da zengindi. Tezi teslim sürecindeki hayati 1-2 aylık süreci ise sağolsun zalim yönetim boş geçmedi ve ikinci bir soruşturma açarak değerli olduğu kadar çok kısıtlı da olan vaktimi en hafif ifadeyle gaspettiler. Tezimin içine ciddi ilaveler yapıyordum fakat son okuma yapacak ne vakit ne de mental sıhhat bıraktılar. Dahası ailemin yanına gitmek için bayramda kullanacağım yıllık iznin onayını vermemek için çok uğraştılar. Son çare yaşadığım mağduriyete kulak misafiri olan bir abimizin ricasıyla zalimler lutfedip iznimi onayladılar ve sıla-i rahime gittim. Son okumamı orada yaparım diye düşündüm ama çok yanlış hesaplamışım. Bir yıldır görmediğin ailemin yanında son okuma, hem de bunca mobbingin nihayetinde açıkçası imkansızlığın en uç noktasıymış. Gerçekten tezimi açıp okumaya ne kadar niyetlendiysem de kısa süre içinde hafakanlar basıyor ve ben kapağı kapatıp ailemle hemhal olmayı tercih ediyordum.

Teze baktıkça aklıma mobbingler ve arzulayıp muvaffak olamadığım o hayalimdeki görece mükemmel tez geliyor ve yılgınlıkla kaçıyordum tezimden. Badirelerim ve görece başarısızlığımla yüzleşmek istemiyordum. Napayım sonuç olarak 260 sayfalık bir tez teslim ettim. Normal şartlarda bir doktora tez konusu olabilecek bir konuyu doktora teziyle yüksek lisans tezi arasındaki bir düzeyde ele alıp eksik fazla tamamladım ama devrim arabaları misali dil açısından muhtelif yerlerde fahiş hatalar vardı. Canımı sıkmış olsa da her şeye rağmen tezi böylece teslim ettim. Ha çok istisnai bir yolla bu hataları düzelterek tezin en azından YÖK veritabanındaki dosyasını güncelleme imkanım varmış. Şansımı bir deneyeceğim. Nasip olursa tezimdeki eksiği gediği de halledip kitaplaştıracağım. Hem tez konumla alakalı iki eser daha hazır. Biri tercüme ve telif makalelerden bir derleme diğeri ise yenice yayımlanan konuyla alakalı bir eserin tercümesi. Dua buyurun da Mevlam beni bunları gerçekleştirmekte muvaffak kılsın.

Bu tez meselesini araladıktan sonra bir başka geri kalmışlığım olan Arapça öğrenimi hususunda bir adım attım ve bir kursa kaydoldum. Bu kursta 2-3 hafta iyi bir tempoyla giderken görevime son verileceği haberi geldi ve son 5 aydır içinde bulunduğum girdaba kapıldım. Kendimi uzun uzun sorgulamalarla geçen bir dönemde buldum. Önce Arapça kursundan geri kaldım ve sonra tamamen kesildim. Derslere odaklanamıyor ve daha temel sorunlarım olduğu gerçeği karşısında haftada 6 gün akşam 6ya kadar 18-20 yaşında çocuklarla aynı sınıfta bulunmaya tahammül edememeye başladım. Sonra dava açma hazırlığım başladı. Tabi bu Arapça kursuna başlarken doktoraya kabul aldım. Nispeten bir belirliliğim vardı önümde: doktora. Ama onun haricinde ciddi bir belirsizliğe kapıldım. Gerçekten lise sondan beri hayalini kurduğum fakat artık hayal kırıklığına uğradığım bu mesleğe dönmeli miydim bilmiyordum. Alternatifler çıkıyordu önüme ama mesela avukatlıktan ultra zengin olabileceğimi tahmin etsem de ideallerime bir ihanet olacağı kaygısı beni bu ihtimalden alıkoyuyordu. Düz memuriyet de hiçbir zaman düşünmedim. Hariciyeye kabul almıştım ve fakat memuriyet istemediğim için vaktiyle feragat etmiştim. Yine sınava girer bir şekilde kazanırdım ama onu da arzulamıyordum. Bir kamu akademisinde iş olanağı çıkmış gibiydi. Bu ihtimale biraz takıldım ve arkası maalesef boş çıktı. Bu ihtimale binaen de dava dilekçemde yürütmeyi durdurma talebinde bulunmama kanaatindeydim. Ama net bilgi gelmeden de önümdeki süreci geri dönülemez biçimde etkileyecek olan bu kararı vermekten imtina ettim ve dava süresinin sonuna gelindiğinde nihayet yürütmeyi durdurma (YD) talepli açtım davamı (Avukatlığımı bilabedel üstlenen ve manen hakiki kardeşim derddaşım Muhammed Ali’yi zikretmeden geçemem; iyi ki varsın kardeşim, Allah ihsanından ayırmasın seni). İşte bu, belki de önümdeki 3-4 ayı kilitleyecek hayati bir karardı. Zira artık her gün ara karar çıktı mı YD kararı çıktı mı diye kendimi UYAP’a bakmaktan alıkoyamadım. El alışkanlığından hafta sonları bile UYAP’a hobi niyetine bakıyorum hani belki bir mucize olur hafta sonu yanlışlıkla bir karar girerler diye… Mamafih, ancak 18 Ekim’de ara karar verip idareden savunma talep eden mahkeme bu kararı 1 Kasım’a kadar yüklemedi. E-tebligat mevzuatınca 5 gün sonra tebliğ edilmiş sayılan kararla 30 gün idareye savunma için süre verdi. 3 haftalık süreyi kullanan idare neden kalan günleri de beklemedi diye bizi hayrete düşürdü(!). Hasılı savunmaya cevabımızı da hemen ilettik biz. Yüce(!) mahkeme ise bir türlü karar veremedi. Bekledik sonunda kalem bize ilave bir evrak talebiyle ara karar verilmiş ama henüz karar yazılmadığından sisteme yüklenmemiş dedi ve en geç aralık ayında YD çıkar ve göreve tekrar başlarım diye düşünürken bizim hayaller yılan hikayesine döndü. Şimdi bu hafta-içinde bir umut karar yazılır da sisteme girerse, inşallah önümüzdeki bir-iki ay içinde bir karar gelir diye umut ediyorum. Allah hayırlısını nasip etsin ne diyeyim. Ama mobbingden betermiş umut. Umut, bekleyiş çok yıkıcı bir olay. Yani bunu en iyi karikatürize eden karakter Leyla ile Mecnun’daki İsmail Abi’dir. O da babasını limanda günlerce el sallayarak beklerdi. Bir yandan işten işe girer ama bir türlü bir işte sebat etmeye ve kök salmaya muvaffak olamazdı. Umut, bekleyiş insanın başka işlere tutunmasına hep mani oluyor zira. Benim de hikayem bu sıralar İsmail Abi’ye döndü. Günde muhtelif defa UYAP’a girip el sallıyorum kaderime. Her seferinde hayal kırıklığıyla kapatıyorum sayfayı. Bol bol sövgülerle gelmiş geçmiş bir çok şeye sayıyorum. Başka işlere meylediyorsam da bütün kırgınlıklarıma rağmen yıllarca idealize ettiğim görevime dönme umudum benim başka işlerde kök salmama mani oluyor. Yani Zeki Demirkubuz’un Kader’indeki Bekir misali bir kere düştüm Uğur bataklığına, başka yerlerde varsa da bir rızkım bu umuttan çekip çıkaramıyorum kendimi. Savruluyorum her kendimle baş başa kaldığım anda. Düşündükçe öğütüyorum kendimi. Düşündükçe vasatlaşıyorum hayat karşı. Düşündükçe küçülüyorum olanlara karşı… Şairin dediği misali şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyim diye yuvarlanıyorum bütün mevcudata karşı. Ama her şeye rağmen İsmet Special Başkanın dediği şu dizelerde buluyorum kendimi:

kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

Not: Gece iki buçukta başladığım bu yazı ancak dört çeyrek gibi bitti. Bu münasebetle sevdiğim bir uykusuzluk editini de armağan ediyorum siz sayısı az ama yeri kocaman okurlarıma.

Yorum bırakın