İmkansızın İmkanı: Şerî Devlet Üzerine Düşünceler

Çağımızın yaşayan en önemli fıkıh araştırmacılarından olan Vail Behçet Hallak (Wael B. Hallaq) 11 Eylül sonrası dönemde çalışmalarını teknik fıkıh usulü araştırmalarından fıkhın siyasal ve sosyal boyutlarına yöneltmiştir. Hallak’ın düşüncesindeki temel tezlerden biri -belki de en önemlisi- Müslümanların modernleştirilme süreçlerinde atılan adımların (ör. alternatif yargısal mercilerinin ve eğitim kurumlarının kurulması, kanunlaştırmalar, vakıf mallarına ilişkin sınırlandırıcı ve el koyucu müdahaleler vb.) neticesinde İslam ulemasının epistemik otoritesini kaybettiğidir. Ulemanın bu otoritesi günden güne ortadan kalkması, şeriatın ortadan kalkmasıyla eşzamanlı ve eşgüdümlü olmuştur. Yani aslında ulemanın varlığı ile şeriat arasında varoluşsal bir bağ kuruyor Hallak. Daha açık bir ifadeyle şeriat, epistemik otoritesiyle toplumsal hayatta merkezi bir konuma sahip olan bir ulema sınıfını gerektirir. Bu epistemik otoriteyi ise kendini var kılan kurumlar lehine ortadan kaldıran varlık ise ulus/modern devlet olmuştur. Bu ise şu demek oluyor; modern devlet bağlamında şeriat var olamaz, zira modern devleti var kılan kurumlar totalist ve monist bir biçimde ulemanın otorite sahasını işgal ederek kendine yer açmaktadır.

Bu minvalde Hallak’ın modern devlet bağlamında şeriatın var olamayacağı yönündeki tezini etraflı bir biçimde ele alan İmkansız Devlet başlıklı meşhur eserinde ifade bulan imkansızlığı mümkün hale getirme çabalarını değerlendirmek isterim. Gerek Afganistan’da gerekse de Suriye’de bugün bu imkansızlığın imkanını görme fırsatımız olacağı inancındayım. Zira Hallak’ın tezinden hareket edilirse gerek Taliban gerekse de HTŞ örneklerinde görüldüğü üzere ulemanın epistemik otoriteyi geri kazandığı gözlemlenmektedir. Fakat tek başına bu durum, şeriattan bahsetmek için yeterli değildir. Buradaki ulema yapılarının modern devlet araçlarıyla şeri olmayan bir yönetim kurma ihtimali olduğu gibi bu ulema yapılarının siyasal gücünü tesis eden mücahit gruplarının ulemanın otoritesini askıya almaları da söz konusu olabilir. Yine de mevcut halde Suriye için bir yargıda bulunmak için çok erkense de Taliban’ın son 3-4 senelik vadede şerî bir yönetimsellik tesis ettiği görece ifade edilebilir. Fakat bunu derken detaylı bir analiz yapılması gereken iki husus vardır: Afganistan’da devlet erkleri, modern devletin ruhuna uygun bir biçimde mi kullanılıyor ve piyasada hakim olan paradigma halen kapitalist üretim ilişkileri midir? Daha kısa bir ifadeyle, devlet ve piyasaya modern ve kapitalist paradigmanın hakim olmaya devam mı ediyor?  Bu iki hususa ilişkin analizler buranın yeri olmadığından biz kendimiz Taliban ve HTŞ örneklerinden hareketle Hallak’ın da sunduğu entelektüel ufuktan istifade ederek, en önemlisi İslam tarihinin zengin rehberliğinde bir tez sunmak istiyorum.

Şerî yönetime dönüşün praksisi olarak Müslümanlara sunulacak en öz reçetenin, ulema ve mücahit zümrelerinin tekrardan epistemik ve siyasal otoritelerinin kazandırılmaları ve bu iki zümre arasında istikametli bir kuvvetler dengesi kurulmasından geçtiği kanaatindeyim. Esasen tarih boyu var ola gelen İslami yönetimsellik bunun çeşitli formülasyonları, varyantlarıydı. Gerçekten de İslam medeniyeti ulema ile mücahitler/gaziler arası bir denge ve işbirliğiyle var oldu.

Yine de bu reçete, olması gerekenin detayları hakkında neredeyse hiçbir şey sunmaz. Salt bir çerçevenin ötesinde değildir bu önerme. Bu minvalde şahsen, Sovyetlerin geçiş dönemi tezi ve literatürüne benzer bir açıklama getiriyorum. Buna göre her ne kadar şeri toplumsallığın ve İslami/ahlaki yönetimselliğin modern devlet kapsamında var olması, yaşaması imkansız olsa da mevcut çılgınlığı (modernitenin dayatmalarını ve neticelerini) bir nebze üstümüzden atana değin modern devlet ve kapitalist ekonomiyle birlikte var olmaya ve zamanla onun (Lenin’in Engels’e atıfla dediği üzere) sönümlenmesini beklemeliyiz. Afganistan ve eğer umulduğu üzere giderse Suriye örneklerine de bu açıdan bakılmalıdır. Zira açık ki bir günde eski koşulları tekrar var kılınamaz. Nitekim mevcut koşullar şerî olana geri dönüş için tedricîliği dayatmaktadır. Şeri hükümlerin bir anda yaygın şekilde uygulanmasının -Taliban’ın ilk döneminde olduğu üzere- “modernleşmiş” -daha doğrusu ifsad edilmiş- bir toplumda ters tepmeyle başta mali olmak üzere bir çok açıdan maddi çöküşe neden olabileceğini göz önünde bulundurularak tedricî ve soft geçişler yani sönümlenmeci yaklaşımlar güdülmelidir. Bu nedenle şahsi temennim olduğu kadar beklentim de Afganistan ve Suriye örnekleri şeriatın paradigma haline geldiği ve böylece zamanla modern devletin sönümlendiği vakalar teşkil edecektir. Devlet erkleri İslamileşme karşısında modern karakterlerini kaybetmeye başlayacaktır. Nitekim bu az-çok gözlemleniyor. Esas mesele bence vergilendirme ve ekonomik ilişkilerin yani devlet maliyesinin ve piyasa ekonomisinin esas tutacağı paradigmanın ne olacağıdır. Mevcut kapitalist pratikleri alınıp olduğu gibi taklidi biçimde tatbik edilecekse zaten şerî bir toplumsallık ve ahlaki bir yönetimsellikten bahsetmek abes hale gelir. Olması gereken bu şartlarda hakim pratikler ve paradigmanın İslami reformlar kapsamında sönümlenmesidir. Evet, kapitalist üretim ilişkileri Pandora’nın Kutusu gibi açıldı mı dönülmesi güç… Dahası karşı çıkanı, kayıtsız kalanı hakim kapitalist güçler ekonomik ve askeri silahlarla müdahale ederek ortadan kaldırıyor. O nedenle bir ölçüde hakim normların belirli açılardan devamı bir mecburiyet gibi görünmektedir. Yine de unutulmamalı ki kapitalist ekonomik ilişkiler modern ulus-devleti hakim hale getirmiştir. Bunu gözlemlemenin en kolay yolu ilk kapitalist devlet olan İngiltere örneğine bakmaktan geçer. Gerçekten de İngiltere, ulus-devlet vasfını kapitalistleşmesinden çok sonra kazanmıştır. 1550’ler itibariyle kapitalistleşmesine rağmen 1800’lere kadar büyük ölçüde bir nation-hood olarak kalmıştır. Ancak sanayileşme ve sınaî kapitalizmin ağır rekabeti karşısında ulusluk vasfını kazanmıştır. Tabi ki Fransız devriminin neticesinde çıkan Fransızların uluşçuluğunun karşısında öteki kalmanın da görece etkisi vardır. O açıdan ulus devlet dediğimiz şeyin içine gömülü olan en esas husus kapitalist ekonomik ilişkilerdir. Fakat henüz bunu tam kritik edip ve alternatif bir doktrin sunabilmiş değiliz. İşte sönümlenme sürecinde bu teorilerimizin de kervanın yolda düzüldüğü misal şekilleneceği kanaatine sahibim. Allah devrimlerimizi hayırlı kılsın…

Yorum bırakın