İnsan, doğduğu andan itibaren aslında bir öğrenme yolculuğuna gözlerini açmaktadır. İlk adımlarımızı atarken nasıl düşe kalka öğreniyorsak, hayatın her evresinde de benzer bir acemilikle yol almaktayız. Çocukken gençlik yaşlarına özenir; gençken kararlarımızın sırtımıza birer yük olabileceğini düşünmeden cesurca hareket etmekten hiç çekinmeyiz. Yetişkinlikte sorumlulukların ağırlığıyla tanışıyor, yaşlandıkça da acemiliği ortadan kaldıran tecrübelerinin gölgesinde hayata dair afili cümleler kuruyoruz. Ne kadar yaş almış olursak olalım her yeni yaş bir çok anlamda yeni acemiliklerin kapısını bizlere aralamakta.
İnsan, yaşı ilerledikçe karşılaştığı zorluklarla daha kolay baş edebileceği yanılgısına düşebilmektedir. Oysa her yeni yaş, başka bir sınav kağıdının başına oturtmaktadır bizi. Tecrübeler biriktirilebilir ama her yaş kendi dilini istemektedir.
Bu yüzden hata yapmayı, afallamayı ve zaman zaman ne yapacağımızı bilemez hâlde kalmayı normal karşılamak gerekmektedir. Kendi benliğimizle tanışmamız dahi yıllarımızı almıyor mu? Hatta, “benlik idraki, geçen yıllar neticesinde hayata dair kabulleniş olabilir mi?” sorusu üzerine tartışmak da mümkündür. İnsan büyür ama hiçbir zaman “tamamlanmış” olmaz. Her yaş, başka bir benlik, başka bir bakış açısı kazandırır.
Galiba insan, her yaşta yeniden doğar. Her yaşta biraz daha öğrenir ve beraberinde biraz da unutur. Belki de bu yüzden her yaşın acemisiyizdir; çünkü hayatın kendisi bir ustalık değil, Allah ömür verdikçe bir öğrenme hâlidir.