Geçen bizim camiadan arkadaşların yenile kurduğu bir yutup kanalında Şeriata ilişkin çektikleri ve kanala yükledikleri ilk içerik olan bir videoyu dinledim. Evvela emekleri zayi olmasın, güzel bir çaba. Konuşmanın fesahati sayesinde x3 hızda takip ettim. İlk düşüncelerim formatın geliştirilebilir olduğu fakat genel hatlarıyla hoş bir çıktıdan bahsedilebileceğidir. Yine de içeriğe ilişkin bir kaç hususta muhalefetim var.
Öncelikle şununla başlanabilir; videonun bir kısmında hukukçular kadar ilahiyatçıların da şeriatı bilmediği ifade edilmiş. Bu çok iddialı bir genelleme içeriyor. Şeriatın neliği hakkında bir çok hukukçu bir şey bilmiyor bu doğru ama bunu ilahiyat camiasına teşmil etmek bir tık fazla iddialı. Şeriattan maksat videoda tanımlandığı üzere ahkamın toplamıysa ilahiyat camiasında bu hususta ciddi bir uzman kitlesi var. Yok eğer Şeriatı metinselliğin ötesinde toplumsallık arz eden bir düzenlilik olarak tanımlıyorsak bu durumda dünyada Şeriatın ne olduğunu bilen çok az bir insandan bahsedilebilecektir.
Buna ilave olarak ilahiyatçıların hukuk tarihçiliği yaptığı ifade edilmiş. Bu da çok isabetli değil. Şuan başta din işleri yüksek kurulu olmak üzere bir çok fetva mercii kapsamında fıkıh uzmanları hukuk tarihçiliğinin çok ötesinde aktif bir içtihat faaliyetiyle meşgul. Hukuk tarihçiliği özünde tam da hukukçu araştırmacılarının yoğun çalışma alanı. İlahiyat camiasını buna teşmil etmek doğru olmaz. Hatta bir çok fıkıh camiasında genel hukuk tarihi ve özellikle de Osmanlı hukuk tarihi bilgisi sanılanın aksine o kadar da geniş değil.
Diğer yandan fıkhın yaşayan bir şey değil iddiası da isabetli değil. Yani günümüzde her ne kadar bir nizam olarak kelimenin tam anlamıyla (istisnai bir kaç örneği hariç tutarsak) İslami/şeri bir yönetimsellik mevcut değilse de fıkıh ve içtihat pek ala canlı sahalar. Bu durum bahsi geçen fetva merciilerinin yayım ve çalışmalarında açıkça görülebilir. Bir eleştiri olarak, “bu yaşayan bir şey değil” iddiası hukuki oryantalist söyleme eklemlenebilecek ve doğrusu laik camianın genel söylemine hizmet edebilecek bir çıkış maalesef.
Bir başka husus kölelik bahislerinin ortadan kaldırılmış olması iddiası. Bu da isabetli değil. Moritanya’da, Afganistan’da, Suriye’de bu hükümler uygulandı ve yer yer uygulanıyor. Dahası yarın İslami/şeri yönetimler yaygınlaşınca da harp haline istinaden esarete, köleliğe, cariyeliğe ilişkin hükümlerin tekrar gündeme gelmesi çok muhtemel. Bu açıdan tarihselciliği çağrıştıran bir takım tahlillerin yapılmış olması üzücü.
Keza ahkamda değişimin sınırı çizilmeden gündeme getirilerek içtihadi alanda da mutlak bir değişim ihtimali varmış gibi bir tablo çizilmiş aynı bağlamda. Ahkamda esas olan değişmezliktir. Değişim istisnaidir ve çerçevesi belirlidir. Nassa dayalı olmayan her şey değişime açıktır minvalindeki ifadeler en iyi ihtimalle eksik ifadelerdir; if not historicalist…
Son olarak gerek Mecelle gerekse de Hukuk-u Aile Kararnamesine “bu da şeriat” gibi bir yakıştırma yapılmış. Bu çıkış da ziyadesiyle sorunlu. Zira batıdaki fıkıh araştırmacıları arasında olduğu kadar yer yer müslüman beldelerde de kodifikasyonla Şeriatın uyuşmazlığı tartışılmış. Örnek olarak Hallaq bu minvalde -haklı olarak- kodifiye tek hukukluluğun kapitalist modern ulus-devletin bir niteliği ve dayatması olduğunu ve bunun şeri bir yönetimsellikle taban tabana zıt olduğunu ileri sürüyor. Hallaq büyük ölçüde haklı zira şeriat hakkaniyet olarak adaleti tesis ederken kanunlar en iyi ihtimalle denkleyici bir adaleti tesis edebilir ve esasen eşitleyici bir görünüşte adalet tesis ederek insanı piyasa ve devlete kurban etmektedir. Dolayısıyla kanunlaştırmalarla şeriat dediğimiz olgunun ayrıştırılması zaruri. Bu hususta Hallaq’ın, Şeriat ile Şeriat temelli hukuk ayrımı önemlidir. Buna göre Şeriat dediğimiz tarihsel olgu* ile Şeriat temelli kanunların veya bundan müteşekkil bir hukukun aynı şey değildir. İlki bizlerin Şeriat olarak özlemini çektiğimiz ahlaki yönetimsellik abidesiyken ikincisi İslam kılıfı giydirilmiş bir modern yönetimsellikten ötesi değildir.
Netice olarak dostlarımızın gayreti değerli bir çaba fakat yer yer önemli algılama hatalarına neden olabilecek bahislere yer vermişler. Bu minvalde Hallaq’ın “Şeriat Nedir?” makalesi incelenerek bir giriş yapılsa idi daha ilmen tatminkar bir anlatı sunulabilirdi diye düşünüyorum. Zira İslam hukuku kavramını Şeriattan ayrıştırmadan, Şeriatın temel hususiyetlerini sunmadan ve Şeriatın sömürgecilik ve hukuki oryantalizm neticesinde metinselleştirilmesi ve devlet aygıtları lehine ortadan kaldırılması süreçleri yani emperyalizm etkisindeki geçirdiği dönüşümü gibi bahislere değinilmeden bu yukarıda cevap verilen sorunlu mülahazalara girmek çok maslahata uygun düşmemiş kanaatimce.
Yazının buradan itibaren ki kısmı videoyu çeken dostların yukarıdaki yazdıklarıma cevaplarına karşılık verdiğim cevaplardır:
İlahiyatçıların hukuk nosyonu olmaması iddiası üzerine:
- Vice versa, hukukçuların da fıkhı kavramadaki başarısızlıkları bence hukuk-fıkıh farklılığını kavramaya mani oluyor. Zira güncel fıkhî tartışmalardan ve umumen uygulamadan kopuklar. Bu fetva merciilerinin gördükleri iş, dünyayı bağlamıyor ahireti bağlıyor iddianız ise isabetten çok uzak. Yani katılım sektörü tamamen bu fetva merciilerinin denetiminde. Keza bu Türkiye ile de sınırlı değil. Meşhur Sharia indeksi de benzer fetva kurullarınca denetleniyor. Yani gördükleri işlev uhrevi değil dünyevi. Fetvaların içeriği taabbudi hükümlerle sınırlı değil ki salt uhreviyata müteallik olsun çalışmaları. Burada aslında karıştırılan şu bence; fıkıh bir yönetimselliğin merkezi alanını teşkil etmiyor günümüzde. Yani grundnormu şeriat olan ülke yok denecek kadar az. Ama bu durum fıkıh uzmanlarının ilmi çalışmalarının dünyevi alan yerine uhrevi alana mütealliktir anlamına gelmez. Bu maalesef çok anakronik self-oryantalist bir okuma olur, dahası seküler de bir bakışı çarğık biçimde dayatmak olur. Ayrıca zikrettiğiniz fıkhın donukluğu hususunun da ne anlama geldiği müphem. Bilakis -bundan şahsen rahatsızlık duyan birisi olarak söylüyorum- fıkıh dünyada ve Türkiye’de tarihte hiç olmadığı kadar dinamik halde. Videoda fıkhın yaşayan olmadığıyla alakalı ise “İslam hukukçuları da hukuk tarihçiliği yapıyor zira (İslam hukuku) yaşamıyor.” ifadesi telaffuz ediliyor.
- Kölelik bahsiyle alakalı ise ihtilafımız var. Ben pro-slavery değilim ama diyorum ki bu hükümler artık nesh olunmuş gibi tavırların hatalı anakronik dahası self-oryantalist olduğunu düşünüyorum. BM sistemi çöktüğünde bu hükümlere müslümanların ihtiyacı tekrardan gündeme gelecektir. Bugün dünyada belirli bir çapta esenlik rüzgarları esiyor diye yarın zor olduğunu iddia ettiğiniz Suriye, Afganistan gibi coğrafyaların içinde bulunduklarına benzer koşulların buralarda da cereyan etmesi muhtemel. Nassla sabit hükümleri tarihselci bir temayülle nesh olunmuş addetmek genel anlatınızla tenakuz ediyor. Bu meseleyle alakalı bir kitap tercüme ediyorum. Ketebeden bu sene içinde yayımlanacak. Tamamlayınca kodifikasyon meselesi gibi bir vesileyle bunu da müzakere edebiliriz.
- Bu arada şeri hükümlerin Türkiye’de esas norm olmaması ve dolayısıyla müeyyidelendirilmemiş olması donukluğu netice verdiğine delil olmaz. Dahası dar bir çerçevede de olsa fıkha uyarlılık çeşitli alanlarda müeyyideye bağlanmış. Örnek olarak katılım finans sektörü gibi. Bu fıkhın mevcut fetva merciilerince dünyevi alanda bir faaliyetleri olduğunu gösterir.
- Kölelik hususundaysa ifadeler köleliğin ahkamı sanki nesh olunmuş gibi bir yerden kurulmuş videoda. Yanlış anlaşılmaya çok müsait ki “çocuk” yaşta evlenme meselesi de benzer bir tartışma konusu. Bugün evliliği evrensel olarak bir yaşa bağlanamayacağı bilimsel olarak açık. Müteessir olmayalım ama farkında olmadan tarihselci eğilimlere de kapılmayalım.
Nihayet sözü Murat Şimşek Hocanın Mecelle hakkındaki tespitle bitirelim o halde:
“Mecelle, Osmanlı hukukçularının fıkhı kendi kendine imha projesiydi.“
(*): Tarihsel olgu ifadesini pejoratif anlamda değil bilakis Şeriatın bir idealizasyon olmaktan öte tarihsel olarak var olagelmiş bir gerçeklik olduğunu vurgulamaya matuftur.