Kırılganlıktan Kurumsallığa: STK’ların Zihinsel ve Yapısal Dönüşüm İhtiyacı

Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), toplumun süreç içerisinde ortaya çıkardığı ve zamanla geliştirdiği yapılardır. STK’lar devletin ve özel sektörün ulaşamadığı ya da etkisinin sınırlı kaldığı alanlarda kendisini göstererek toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Ancak özellikle geride bıraktığımız on yılda yaşanan toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeler bu kuruluşların mevcut yapılarıyla toplumun beklentilerine tam olarak cevap verip vermedikleri noktasında bazı soruları gündeme getirmiştir.

Geçtiğimiz yıllarda birçok farklı alanda yaşanan krizler; gönüllülük esasına dayalı bu yapıları, birlikte hareket etme becerileri ve dayanıklılıkları hususunda ciddi bir sınava tabi tuttu. Bu sınavda bazı kurumlar zorlanırken, bazıları ise güçlenerek çıktı ve toplumdaki yerini daha da sağlamlaştırdı. Sınavı geçemeyen kurumlar için; gönüllü devamlılığının sağlanamaması, faaliyetlerin sekteye uğraması ya da bazı alanlardan çekilmek zorunda kalınması gibi sorunlar gündeme geldi. Bu da aslında ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduklarını gözler önüne serdi.

Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının sayılarının her geçen gün artıyor olması, nitelikli bir büyüme anlamına gelmemektedir. Son on yıl baz alınarak hazırlanan raporlar STK’larda yönetimsel, organizasyonel ve mali birçok problemin var olduğunu göstermektedir. Kurumsal kapasite eksikliği, gönüllülerin sürekliliğini sağlayamama, profesyonel kadroların yetersizliği gibi sorunları, etkili bir sivil toplum hareketinin önündeki temel engeller olarak sıralamak yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Ayrıca, günümüz dünyasında -her ne kadar bazen buna indirgense de- sivil toplum yalnızca yardım faaliyetleriyle değil, aynı zamanda sosyal değişimin yönünü tayin eden, karar süreçlerine katılan ve kamusal politikalar üzerinde etkili olan bir alan olarak değerlendirilmektedir. Konuya bu cihetten baktığımızda, sivil toplumun -görece- daha görünür, daha etkili ve daha organize birimlerle faaliyet ortaya koymasının sürekliliğin sağlanması hususunda bir gereklilik olduğunu söylemek mümkündür.

Bu doğrultuda STK’ların sadece yaptıkları işleri değil, bu işleri nasıl yaptıklarını da gözden geçirmeleri gerekiyor. Kurumsal hafızanın korunması için ortaya konacak olan profesyonel çalışmaların beraberinde getireceği kurumsallaşmayı bir bürokrasi olarak değil, sürdürülebilirlik için gerekli bir adım olarak görmek daha doğru olacaktır. Bu minvalde değerlendirilmeyecek profesyonelleşme bir süre sonra beraberinde “Sivil toplumda profesyonelleşme gönüllülüğü öldürüyor mu?” sorusunu daha yoğun şekilde gündeme getirecektir. 

Toplumun değişen yapısına ve ihtiyaçlarına uyum sağlayamayan STK’ların, zamanla etkisizleşerek varlık nedenlerini yitireceklerini ön görmemiz zor olmasa gerek. Bu nedenle, sivil toplumun kendi içinden başlayarak kapsamlı bir yenilenme sürecine girmesi elzemdir. Bu yenilenme yalnızca teknik konularda değil, aynı zamanda zihinsel bir dönüşümü de kapsamalıdır.

Sonuç olarak, günümüzde STK’lar; hızlı, kapsayıcı ve sürdürülebilir yapılar kurma yönünde adımlar atmadıkça, etkilerini kaybedecek ve buna bağlı olarak topluma sundukları katkıları da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Yenilenme, artık bir tercih değil; devamlılığın sağlanabilmesi için temel bir ihtiyaç hâline gelmiştir.