Farabi, Kitabu’l-huruf eserinin yirmi üçüncü faslında yukarıdaki başlıkla şu hususları zikretmiştir:
Pratik sanatlar ve zikrettiğimiz diğer halk sanatları tamamlandığında bundan sonra nefisler, yerde, yerin üzerinde ve etrafındaki duyulur şeylerin sebeplerini bilmeye; gökte duyumsanan ve ortaya çıkan diğer şeylere ve pratik sanatların aynalar, renkler ve başka şeylerde çıkarsadığı şekiller, sayılar, görünümler gibi çoğu şeyleri bilmeye arzu duyar. Bu nedenle bu şeylerin illetlerini araştıran kimseler yetişir. Bu kimseler, söz konusu şeyleri araştırmada, bunlar arasında kendisi için doğruluğu ortaya çıkan görüşlerin doğruluğunu ortaya koymada, başkasına öğretmede ve kendisine başvurulduğunda doğruluğunu açıklamada ilk önce hatabî yolları (metotları) kullanır. Çünkü hatabî yollar, onların farkına vardığı ilk kıyas yollarıdır. Ardından matematiksel şeyleri ve doğayı inceleme ortaya çıkar.
Onları inceleyenler, hatabî yolları kullanmaya devam ederler. Böylece aralarındaki görüşler ve mezhepler farklılaşır ve her birinin kendisi için temellendirdiği görüşler hakkında birbirleriyle konuşmaları ve her birinin diğerine başvurusu artar. Bu sebeple her biri, düşüncesi hakkında kendisine karşı çıkma amaçlı bir başvuru yapıldığında kullandığı yolları tevsik etmeye [temellendirmeye] ve onları karşı çıkılamayacak veya zor karşı çıkılabilecek bir duruma getirmeye çalışır. Çalışmaya ve en güvenli yolu denemeyle bulmaya devam ederler. Nihayet bir zaman sonra cedelî yolları öğrenirler. Cedelî/diyalektik yolları, sofistik yollardan ayrıştırırlar. Çünkü daha önce bunları ayrıştırmadan kullanıyorlardı. Zira hatabî yollar, cedel ve saftasa arasında ortak olup bunlarla karışıktı. Ayrıştırma gerçekleşince hatabî yollar reddedilir ve cedelî yollar kullanılır. Sofistik yollar, cedelî yollara benzediğinden insanların çoğu, görüşleri araştırırken ve temellendirirken sofistik yolları kullanırlar. Sonra teorik şeyleri inceleme, bunları araştırma ve cedelî yollara göre bunları temellendirmede karar kılınır ve sofistik yollar atılarak yalnızca sınama esnasında kullanılır.
Cedelî hitaplar olgunlaşıncaya kadar kullanılmaya devam eder ve sonuçta cedelî yolların kesinliğin oluşması için yeterli olmadığı açığa çıkar. Bu durumda öğretim ve kesin bilgi yollarını araştırma ortaya çıkar. Bu esnada insanlar matematiksel yollara eğilmiş olurlar ve bu yollar da neredeyse olgunlaşmış ve(ya) olgunluğa yaklaşmış olur. Dolayısıyla insanlara bununla birlikte cedelî yollar ile kesin yollar arasındaki fark görünür ve bunlar bir dereceye kadar ayrışır. Bunun yanı sıra insanlar, toplumsal (medeni) şeylere -ki bunlar, ilkeleri, irade ve ihtiyar olan şeylerdir- meylederler; kesin yollarla [ve] karışık cedelî yollar ile toplumsal şeyleri araştırırlar. Bu arada cedelî yöntemle ulaşılabilecek en fazla güvenceye ulaşılmış ve neredeyse bu yol, ilmi hale gelmiştir. [Bu] hal, felsefede Platon zamanındaki seviyesine varıncaya kadar böyle devam eder.
Sonra durum Aristoteles’in günlerinde karar kıldığı gibi karar kılıncaya [kadar] bu süreç devam eder. Nihayet ilmi inceleme (bilimsel araştırma) sona erer ve bütün yollar ayrışır, teorik ve tümel ilmi felsefe olgunlaşır, onda araştırılacak hiçbir yer kalmaz ve yalnızca öğrenilip öğretilebilen bir sanat haline gelir. Onun öğretimi ise (özel öğretim ve) bütün insanlar arasında ortak öğretim olarak ikiye ayrılır. Özel öğretim, yalnızca burhani yollarla yapılır. Genel olan (ortak) öğretim ise cedelî, hatabî veya şiirsel yollarla yapılır. Fakat hatabî ve şiirsel öğretimin, hakkındaki görüşün karar kıldığı ve burhan açısından da doğru olan teorik ve pratik şeylerin halka öğretilmesinde kullanılması daha uygundur.
Bütün bunlardan sonra yasaların vaz edilmesine ve çıkarsanan, tamamlanan ve burhanlarla temellendirilen teorik şeyler ile taakkul gücüyle çıkarsanan pratik şeylerin halka öğretilmesine ihtiyaç duyulur. Yasaları koyma sanatı, halkın tasavvur etmekte zorlandığı teorik makullerin iyi bir şekilde hayal ettirme; mutluluğa ulaşmada fayda veren toplumsal fiillerin her birini iyi bir şekilde çıkarsama; halka öğretilmesi gereken teorik ve pratik şeylerde bütün ikna yollarını kullanarak iyi bir şekilde ikna etme iktidarıyla olur. Bu iki sınıfta yasalar konulduğu ve bunlara, halkı ikna edecek, bilgilendirecek ve eğitecek yollar eklendiğinde halkı bilgilendirmeyi, eğitmeyi ve mutluluğa ulaşacakları her şeyi onlara vermeyi sağlayan din meydana gelmiş demektir.
Bundan sonra dinin kuşattığı şeyleri teemmül eden bir topluluk ortaya çıktığı ve bunlar içinde dini vazedenin dinde açıkladığı tikel pratik şeyleri müsellem şeyler olarak alıp bunlardan, açıklanması denk gelmemiş şeyleri -dini vazedenin açıkladığı şeylerdeki gayesine paralel kalarak- çıkarsamayı isteyen kişiler bulunduğunda bundan fıkıh sanatı ortaya çıkar. Eğer bunun yanı sıra bir topluluk, teorik ve tümel-pratik şeylerden din koyucunun açıklamadığı şeyleri (veya) açıkladığından başka şeyleri -açıkladığı şeylerdeki gayesine paralel kalarak- çıkarsamak isterse bundan başka bir sanat meydana gelir. Bu, kelam sanatıdır. Şayet orada bu dinde bulunan şeyleri iptal etmeye çalışan bir topluluk bulunacak olursa kelamcılar, o dine yardım edebilecekleri, dine muhalefet edenleri çürütebilecekleri ve dinde açıklanan şeyleri iptal etmekte kullanılmak istenen yanılgıları çürütecekleri bir güce ihtiyaç duyarlar. Bu güçle kelam sanatı olgunlaşır. Böylece o iki gücün sanatı meydana gelir. Açıktır ki, bu, ancak ortak yollarla yani hatabî yollarla olabilir.
İşte milletlerdeki kıyas sanatları -onların karihaları ve fıtratlarından kaynaklandığında- bu tertibe göre meydana gelir.